KURAN SIRLARINDAN NaMELER

(2.Bölüm)


YARATILISTAKI ÇIFTLER

"Yerin bitirmekte olduklarindan, kendi nefislerinden ve daha bilmedikleri nice seylerden bütün çiftleri yaratan (Allah çok) yücedir." (Yasin Suresi, 36)
Erkeklik disilik, "çift" kavraminin bir karsiligi olmakla birlikte, ayette bahsedilen "bilmedikleri nice seylerden" ifadesi daha genis bir anlam içermektedir.
Nitekim günümüzde ayetin isaret ettigi anlamlardan biri ile karsilasmaktayiz.
Maddenin çiftler halinde yaratildigini ortaya koyan Ingiliz bilim adami Paul Dirac, 1933 yilinda Nobel Fizik Ödülü'nü kazanmistir.
"Parité" adi verilen bu bulus, maddenin anti-madde denilen bir çifti oldugunu ortaya koymustur.
Anti-madde, maddenin tersi özellikler tasir. Örnegin maddenin tersine anti-maddenin elektronlari arti, protonlari da eksi yüklüdür.
Bu gerçek bilimsel bir kaynakta söyle ifade edilmektedir:
"...Her parçacigin zit yükte bir antiparçacigi vardir.
Kararsizlik iliskisi bize bu çiftlerin varolusu ve yokolusunun her yerde ve her zaman ayni anda olustugunu göstermektedir." (http://www.2think.org/nothingness.html,
Henning Genz - Nothingness:
The Science of Empty Space, s. 205) Kuran ayetlerinde evren hakkinda verilen bilgilerden biri, gökyüzünün yedi kat olarak düzenlendigidir:
"Sizin için yerde olanlarin tümünü yaratan O'dur. Sonra göge istiva edip de onlari yedi gök olarak düzenleyen O'dur.
Ve O, herseyi bilendir. " (Bakara Suresi, 29) "Sonra, duman halinde olan göge yöneldi;
Böylece onlari iki gün içinde yedi gök olarak tamamladi ve her bir göge emrini vahyetti..." (Fussilet Suresi, 11-12)
Kuran'da pek çok ayette kullanilan gök kelimesi tüm evreni ifade etmek için kullanildigi gibi, Dünya gögünü ifade etmek için de kullanilir.
Kelimenin bu anlami alindiginda, Dünya gögünün, bir baska deyisle atmosferin,
7 katmandan olustugu sonucu ortaya çikmaktadir.
Nitekim bugün Dünya atmosferinin üst üste dizilmis farkli katmanlardan meydana geldigi bilinmektedir.
Üstelik aynen ayette bildirildigi gibi, tam yedi temel katmandan...
Bilimsel bir kaynakta bu konu söyle açiklanir:
Bilim adamlari atmosferin birçok katmandan olustugunu kesfettiler.
Katmanlar, basinçlari ve bunlari olusturan gazlarin bilesimi gibi belirgin fiziksel özelliklerle birbirlerinden farklilasirlar...
Atmosferin Dünya'ya en yakin katmani "TROPOSFER"dir. Atmosferin toplam kütlesinin %90'ini olusturur...
Troposfer'in üzerindeki katman "STRATOSFER" dir...
Stratosfer'de ultraviyole isinlarinin emildigi katmana "OZONOSFER" adi verilir...
Stratosfer'in üzerindeki tabakaya ise "MEZOSFER" adi verilir...
Mezosfer'in üzerinde "TERMOSFER" yer alir...
Iyonize olmus gazlar Termosfer'in içinde "IYONOSFER" adi verilen baska bir katman olustururlar...
Dünya atmosferinin en dis tabakasi ise 450 km. den 960 km. ye kadar uzanir.
Bu katmana "EKZOSFER" adi verilir. ( Carolyn Sheets, Robert Gardner, Samuel F. Howe; General Science, Allyn and Bacon Inc.
Newton, Massachusetts, 1985, s. 319-322) Bu kaynakta belirtilen katmanlarini saydigimizda atmosferin ayette bildirildigi gibi
tam olarak 7 tabakadan olustugunu görürüz:
Bu konuyla ilgili bir diger önemli mucize de Fussilet Suresi'nin 12. ayetinde
geçen "Her bir göge emrini vahyetti" ifadesinde yer almaktadir. Yani ayette Allah'in her tabakayi belli bir görevle görevlendirdigi belirtilmektedir.
Gerçekten, daha önceki bölümlerde de gördügümüz gibi, yukarida saydigimiz tabakalarin her birinin insanlarin ve
yeryüzündeki tüm canlilarin yarari açisindan çok hayati görevleri vardir.
Yagmurlarin olusmasindan, zararli isinlarin engellenmesine, radyo dalgalarinin yansitilmasindan,
gök taslarinin zararsiz hale getirilmesine kadar her tabakanin kendine özgü bir islevi bulunmaktadir.
Dünya'nin atmosferi 7 katmandan olusmaktadir.
En alttaki tabaka Troposfer'dir. Yagmur, kar ve rüzgar yalnizca Troposfer'de olusur.
(http://muttley.ucdavis.edu/Book/Atmosphere/beginner/layers-01.html)
20. yüzyil teknolojisi olmadan tespit edilmesi hiçbir biçimde mümkün olmayan bu bilgilerin
1400 yüzyil önce indirilmis olan Kuran-i Kerim'de açikça bildirilmesi ise, çok büyük bir mucizedir.
1- TROPOSFER 2- STRATOSFER 3- OZONOSFER 4- MEZOSFER 5- TERMOSFER 6- IYONOSFER 7- EKZOSFER
14 asir önce, gökyüzünün yekpare bir bütün sanildigi dönemlerde Kuran'da, gökyüzünün katmanlardan meydana geldigi
, üstelik bu katmanlarin sayisinin "yedi" oldugu mucizevi bir biçimde haber verilmekteydi.
Çagdas bilim ise Dünyamiz'i çevreleyen atmosferin belli basli "yedi" ana tabakadan meydana geldigini ancak yakin zamanlarda ortaya koydu.
Kuran'in bir ayetinde rüzgarlarin "asilama" özelligine ve bunun sonucunda yagmurun olustuguna dikkat çekilir:
"Ve asilayicilar olarak rüzgarlari gönderdik, böylece gökten su indirdik de sizleri suladik... (Hicr Suresi, 22)
Ayette, yagmur olusumundaki ilk asamanin rüzgarlar olduguna dikkat çekilmektedir.
Oysa bu yüzyilin baslarina kadar, rüzgarla yagmurun yagmasi arasindaki tek iliski
rüzgarin bulutlari sürüklemesi olarak biliniyordu.
Modern meteorolojik bulgular ise rüzgarlarin yagmurun olusumunda "asilayici" rol oynadiklarini gösterdi.
Rüzgarlarin bu asilama özelligi söyle gerçeklesir: Okyanuslarin ve denizlerin yüzeyinde,
köpüklenme nedeniyle her an sayisiz hava kabarcigi olusmaktadir.
Bu kabarciklar patladiklari anda, milimetrenin 100'de biri çapindaki binlerce parçacigi havaya firlatirlar.
"Aerosol" adi verilen bu parçaciklar, rüzgarlar sayesinde karalardan gelen tozlarla karisarak atmosferin üst katmanlarina tasinir.
Rüzgarlarin bu sekilde yükseklere tasidigi parçaciklar, burada su buhari ile temas eder.
Su buhari da bu parçaciklarin etrafina toplanarak yogunlasir ve su damlaciklarina dönüsür.
Bu su damlaciklari önce biraraya gelerek bulutlari olusturur, bir süre sonra da yagmur olarak yeryüzüne iner.
Görüldügü gibi rüzgarlar, havada serbest halde bulunan su buharini denizlerden tasidiklari parçaciklarla
"asilamakta" ve böylece yagmur bulutlarinin olusumunu saglamaktadir.
Eger rüzgarlarin bu özelligi olmasa, yüksek atmosferdeki su damlaciklari hiçbir zaman olusamayacak ve yagmur diye bir sey de olmayacakti.
Burada önemli olan nokta ise, rüzgarlarin yagmur olusumundaki bu kritik görevinin asirlar önce Kuran ayetinde bildirilmis olmasidir.
Hem de insanlarin doga olaylari hakkinda hemen hiçbir sey bilmedikleri bir devirde..




DENIZLERDEKI KARANLIK ve IÇ DALGALAR

"Ya da (inkar edenlerin amelleri) engin bir denizdeki karanliklara benzer;
onun üstünü bir dalga kaplar, onun üstünde bir dalga, onun da üstünde bir bulut vardir.
Bir kismi bir kismi üzerinde olan karanliklar; elini çikardiginda onu bile neredeyse göremeyecek.
Allah kime nur vermemisse, artik onun için nur yoktur." (Nur Suresi, 40)
Derin denizlerdeki genel ortam "Oceans" adli kitapta su sekilde tanimlanmaktadir:
Bugün biliyoruz ki, derin denizlerdeki ve okyanuslardaki karanlik, yaklasik olarak 200 m. ve daha derin yerlerde olur.
Bu derinlikte, hemen hemen hiç isik yoktur.
1000 m.'nin altindaki derinliklerde ise artik hiçbir sekilde isiga rastlamak mümkün degildir.
(Elder, Danny; and John Pernetta, 1991, Oceans, London, Mitchell Beazley Publishers, s. 27)
Günümüzde bir denizin genel cografi yapisi, içinde yasayan canlilarin özellikleri, tuzluluk orani gibi bilgilerin yanisira içerdigi su miktari,
yüzölçümü ve derinligi gibi bilgileri de edinmek mümkündür.
Günümüz teknolojisi kullanilarak üretilmis olan denizalti gibi araçlar ve çesitli özel aletler bu bilgilere ulasmakta kullanilan en önemli aracidirlar.
Bir insanin bu aletler olmadan 40 m.'den daha derine dalmasi ise neredeyse imkansizdir.
Bununla birlikte bir insanin yardimsiz olarak okyanuslarin 200 m. civarindaki karanlik derinliklerinde yasamasi da kesinlikle mümkün degildir.
Bu nedenle bilim adamlari denizler hakkindaki detayli bilgileri çok yakin zamanlarda kesfetmislerdir.
Oysa Nur Suresi'ndeki ayette geçen "engin denizlerin karanlik" oldugu ifadesi bundan 1400 sene önce haber verilmistir.
Hiçbir teknolojinin dolayisiyla insanlarin denizlerin derinliklerine dalacak araçlarinin
olmadigi bir dönemde böyle bir bilginin verilmis olmasi elbette Kuran mucizelerinden biridir.
Bununla birlikte Nur Suresi'nin 40. ayetinde belirtilen
"…engin bir denizdeki denizdeki karanliklara benzer; onun üstünü bir dalga kaplar, onun üstünde bir dalga, onun da üstünde bir bulut vardir…"
ifadesi de Kuran'daki baska bir bilimsel mucizeye isaret etmektedir:
Bilim adamlari yakin zamanda "farkli yogunluktaki katmanlar arasinda yogunluk ara yüzlerinde meydana gelen iç dalgalar"in oldugunu bulmuslardir.
Iç dalgalar deniz ve okyanuslarin derinliklerini kaplar çünkü derin denizlerin, üzerlerindeki sudan daha fazla yogunluklari vardir.
Iç dalgalar yüzey dalgalari gibi davranir. Yüzey dalgalari gibi onlar da kirilabilir.
Iç dalgalar, insan gözüyle görülemez ancak belirli bir bölgedeki sicaklik ve tuzluluk degisiklikleri incelendiginde bu dalgalar fark edilebilir.
(Gross, M. Grant; 1993, Oceanography, a View of Earth, 6. edition, Englewood Cliffs, Prentice-Hall Inc., s. 205)
Yagmurun nasil olustugu uzun süre insanlar için bir sirdi. Ancak hava radarlarinin kesfedilmesinden sonra,
yagmurun hangi evrelerden geçerek olustugu kesinlik kazandi.
Buna göre, yagmur üç evreden geçerek olusur:
Önce rüzgar yoluyla yagmurun "hammaddesi" havalanir.
Ardindan bulutlar meydana gelir ve en son olarak da yagmur damlaciklari ortaya çikar.
Kuran'da yagmurun olusumu ile ilgili ayetlerde de tam bu süreçlerden söz etmektedirler.
"Allah, rüzgarlari gönderir, böylece bir bulut kaldirir da onu nasil dilerse gökte yayip-dagitir
ve onu parça parça kilar; nihayet onun arasindan yagmurun akip çiktigini görürsün.
Sonunda kendi kullarindan diledigine verince, hemen sevince kapiliverirler." (Rum Suresi, 48)
Simdi ayette ifade edilen üç evreyi teknik olarak inceleyelim.
1. EVRE:
"Allah rüzgarlari gönderir..." Okyanuslardaki köpüklenme ile olusan sayisiz hava kabarcigi sürekli ortaya çikmakta ve su zerreleri sürekli olarak gökyüzüne firlamaktadir.
Tuzca zengin olan bu zerreler daha sonra rüzgarlarla tasinir ve atmosferde yukarilara dogru yol alirlar.
Aerosol adi verilen bu küçük parçaciklar "su tuzagi" adi verilen bir mekanizmayla yine
denizlerden yükselen su buharini kendi çevrelerinde minik damlalar halinde toplayarak bulut damlalarini olustururlar.
2. EVRE:
"...böylece bir bulut kaldirir da onu nasil dilerse gökte yayip dagitir ve onu parça parça kilar..."
Tuz kristallerinin ya da havadaki toz zerrelerinin etrafinda yogunlasan su buhari sayesinde bulutlar olusur.
Bunlarin içindeki su damlaciklari çok küçük olduklarindan (0.01 ile 0.02 mm çapinda)
havada asili kalirlar ve göge yayilirlar. Böylece gök bulutlarla kaplanir.
3. EVRE:
Yigilma: Küçük bulutlar birlestikten sonra büyük bulutun içindeki yukari dogru çekis kuvveti artar.
Bulutun merkezindeki yukari çekis kuvveti kenarlardaki çekisten daha güçlüdür.
Bu yukari çekisler bulutun gövdesinin dikey olarak büyümesine neden olur. Böylece bulutlar yukariya dogru genisleyerek üst üste yigilmis olur.
Bu, dikey olarak büyümüs bulutun gövdesinin atmosferin daha serin yerlerine dogru uzamasina sebep olur.
Iste bu noktada atmosferin serin bölgelerinde bulutta su ve dolu damlalari büyümeye baslar.
Bu asamalarin sonucunda, su ve dolu damlalari -yukari çekis gücünün onlari destekleyemeyecegi kadar-
agirlastiklari zaman da bulutlardan yagmur, dolu vs. seklinde düsmeye baslarlar.
(Anthes, Richard A.; John J. Cahir; Alistair B. Fraser;
and Hans A. Panofsky, 1981, The Atmosphere, s. 269; Millers, Albert; and Jack C. Thompson, 1975, Elements of Meteorology, s. 141-142)
Küçük bulut parçalari (cumulus bulutlari) rüzgarlar tarafindan bulunduklari yerden itilir ve birlesirler,
yani ayette geçen ifade ile "... Allah bulutlari sürmekte, sonra aralarini birlestirmekte..."dir.
Unutmamak gerekir ki meteorologlar bulut olusumu, yapisi ve fonksiyonu ile ilgili detaylari gelismis ekipmanlar (uçak, uydu, bilgisayar vs.)
kullanarak yakin zamanda ögrenmislerdir. Görülen odur ki, Allah bu ayetlerinde de bize 1400 sene öncesinde
bilinmesi mümkün olmayan bir bilgi vermistir. Yukariya dogru genisleyerek üst üste yigilan bulutlar
dikey olarak büyüdükleri için atmosferin daha serin yerlerine dogru ulasirlar.
Atmosferin serin bölgelerinde ise su ve dolu damlalari büyümeye baslar. Agirlasan su damlalari buluttan yagmur,
dolu vs. seklinde düsmeye baslar. Iste bu bilimsel gerçek Nur Suresi'nin 43. ayetinde 14 asir önce:
"... sonra da onlari üst üste yigmaktadir; böylece, yagmurun bunlarin arasindan akip çiktigini görürsün..."
ifadesi ile Allah tarafindan bildirilmistir. Kuran'da daglarin önemli bir jeolojik islevine dikkat çekilmektedir:
"Yeryüzünde, onlari sarsmasin diye, sabit daglar yarattik..." (Enbiya Suresi, 31)
Dikkat edilirse ayette, daglarin yeryüzündeki sarsintilari önleyici bir özelliginin oldugu haber verilmektedir.
Kuran'in indirildigi dönemde hiçbir insan tarafindan bilinmeyen bu gerçek, günümüzde modern jeolojinin bulgulari sonucunda ortaya
çikarilmistir. Bu bulgulara göre, daglar, yeryüzü kabugunu olusturan çok büyük tabakalarin
hareketleri ve çarpismalari sonucunda meydana gelir. Iki tabaka çarpistigi zaman daha dayanikli
olani ötekinin altina girer. Üstte kalan tabaka kivrilarak yükselir ve daglari meydana getirir.
Altta kalan tabaka ise yeraltinda ilerleyerek asagiya dogru derin bir uzanti meydana getirir.
Yani daglarin yeryüzünde gördügümüz kütleleri kadar, yeraltina dogru ilerleyen derin bir uzantilari daha vardir.
Bilimsel bir kaynakta daglarin bu yapisi söyle tarif edilir:
"Kitalarin daha kalin oldugu daglik bölgelerde yerkabugu mantoya derinlemesine saplanir."
(General Science, Carolyn Sheets, Robert Gardner, Samuel F. Howe;
Allyn and Bacon Inc. Newton, Massachusetts, 1985, s. 305)
Bir ayette, daglarin bu islevine, "kazik" benzetmesi yapilarak söyle isaret edilir:
"Biz, yeryüzünü bir dösek kilmadik mi? Daglari da birer kazik?" (Nebe Suresi, 6-7)
Bu özellikleri sayesinde daglar, yeryüzü tabakalarinin birlesim noktalarinda yer üstüne ve
yeraltina dogru uzanarak bu tabakalari birbirine perçinler.
Bu sekilde, yerkabugunu sabitleyerek magma tabakasi üzerinde ya da kendi tabakalari arasinda kaymasini engeller.
Kisacasi daglari, tahtalari birarada tutan çivilere benzetebiliriz.
Daglarin bu sabitleyici özelligi bilimsel literatürde "izostasi" terimiyle tanimlanir.
Izostasi'nin kelime anlami söyledir:
"Izostasi: ... Jeolojide, daglarin Dünya yüzeyinin altinda olusturduklari yerçekimsel kuvvet sayesinde yerkabugunun genel dengesinin saglanmasi."
(Webster's New Twentieth Century Dictionary, 2. edition "Isostasy", New York, s. 975)
Görüldügü gibi, modern jeolojik ve sismik arastirmalar sonucunda kesfedilen daglarin çok hayati bir islevi,
yüzyillar önce indirilmis olan Kuran-i Kerim'de Allah'in yaratmasindaki üstün hikmete bir örnek olarak verilmistir.
Bir baska ayette söyle buyrulur:
"... Arzda da, sizi sarsintiya ugratir diye sarsilmaz daglar birakti..." (Lokman Suresi, 10)
Daglar yer üstünde oldugu kadar yeraltinin derinliklerdeki uzantilariyla da yerkabugunun farkli tabakalarini adeta birer kazik gibi birbirine perçinler.
Yerkabugu sürekli hareket halinde olan tabakalardan olusmaktadir.
Daglarin bu perçinleme özelligi son derece hareketli bir yapisi olan yerkabugunu adeta sabitleyerek sarsintilari büyük ölçüde engeller.
Denizlerin, arastirmacilar tarafindan çok yakin bir geçmiste tespit edilen bir özelligi,
Kuran'in Rahman Suresi'nde söyle bildirilir:
"Birbirleriyle kavusmak üzere iki denizi saliverdi. Ikisi arasinda bir engel vardir; birbirlerinin sinirini geçmezler." (Rahman Suresi, 19-20)
Birbirine açilan fakat sulari kesinlikle birbiriyle karismayan denizlerin ayette bildirilen bu
özelligi, okyanus bilimciler tarafindan çok yakin bir zaman önce kesfedilmistir.
"Yüzey gerilimi" adi verilen fiziksel bir kuvvet nedeniyle, komsu denizlerin sularinin karismadigi ortaya çikmistir.
Akdeniz'de ve Atlas Okyanusu'nda büyük dalgalar, güçlü akintilar ve gelgitler vardir.
Akdeniz'in suyu, Cebelitarik Bogazi'nda Atlas Okyanusu ile karsilasir. Ama bu karsilasma sonucu kendi sicaklik, tuzluluk ve yogunluk özellikleri degismez.
Çünkü iki deniz arasinda görülmeyen bir sinir vardir. Denizlerin farkli yogunluklarindan kaynaklanan yüzey gerilimi,
adeta bir duvar gibi sularinin birbirine karismasini engeller.
(Davis, Richard A., Jr. 1972, Principles of Oceanography, Don Mills, Ontario, Addison-Wesley Publishing, s. 92-93.)
Elbette ki isin ilginç yani, insanlarin, ne fizikten, ne yüzey geriliminden, ne de okyanus biliminden haberdar
olmadiklari bir devirde bu gerçegin Kuran'da bildirilmis olmasidir. Bir ayette daglarin göründükleri gibi sabit olmadiklari,
sürekli hareket halinde bulunduklari söyle bildirilmekte
"Daglari görürsün de, donmus sanirsin; oysa onlar bulutlarin sürüklenmesi gibi sürüklenirler..."(Neml Suresi, 88)
Daglarin bu hareketi, üzerinde bulunduklari yerkabugunun hareketinden kaynaklanir.
Yerkabugu kendisinden daha yogun olan manto tabakasi üzerinde adeta yüzer gibi hareket etmektedir.
Ilk olarak bu yüzyilin baslarinda Alfred Wegener isimli Alman bir bilim adami, yeryüzündeki kitalarinDünya'nin ilk dönemlerinde birarada bulunduklarini
, daha sonra farkli yönlerde sürüklenerek birbirlerinden ayrilip uzaklastiklarini öne sürmüstü.
Ancak jeologlar, Wegener'in hakli oldugunu onun ölümünden 50 yil sonra yani 1980'li yillarda anlayabildiler.
Wegener'in, 1915 yilinda yayinladigi bir makalede belirtmis oldugu gibi yeryüzündeki kara parçalar
i yaklasik 500 milyon yil önce birbirlerine baglilardi ve Pangaea ismi verilen bu büyük kara parçasi Güney Kutbu'nda bulunuyordu.
Yaklasik 180 milyon yil önce Pangaea ikiye ayrildi. Farkli yönlere sürüklenen bu iki dev kitadan birincisi
Afrika, Avustralya, Antarktika ve Hindistan'i kapsayan Gondwana idi.
Ikincisi ise, Avrupa, Kuzey Amerika ve Hindistan'siz Asya'dan olusan Laurasia idi.
Bu bölünmeyi izleyen yaklasik 150 milyon yil içindeki çesitli zamanlarda Gondwana ve Laurasia daha küçük parçalara ayrildilar.
Iste Pangaea'nin parçalanmasiyla ortaya çikan bu kitalar sürekli olarak
kara ve deniz arasindaki dagilimi degistirerek, yilda birkaç santimetrelik hizlarla Dünya yüzeyinde sürüklenmektedirler.
20. yüzyilin baslarinda yapilan jeolojik arastirmalar sonucunda kesfedilen yerkabugunun bu hareketi
bilimsel kaynaklarda söyle açiklanmaktadir: Yerkabugu ve üst mantodan olusan 100 km. kalinligindaki
Dünya yüzeyi "tabaka" adi verilen parçalardan olusmustur. Dünya yüzeyini olusturan alti büyük tabaka ve sayisiz küçük tabaka vardir.
"Tabaka tektonigi" adi verilen teoriye göre bu tabakalar kitalari ve okyanus tabanini da
beraberinde tasiyarak Dünya üzerinde hareket ederler... Kitasal hareketin yilda 1 ile 5 cm. civarinda oldugu hesaplanmistir.
Tabakalar bu sekilde hareket ettikçe Dünya cografyasinda degisiklikler meydana gelir. Örnegin, Atlantik Okyanusu her sene biraz daha genislemektedir.
(Carolyn Sheets, Robert Gardner, Samuel F. Howe; General Science, Allyn and Bacon Inc. Newton, Massachusetts, 1985, s. 30)
Burada belirtilmesi gereken önemli bir nokta da sudur:
Allah daglarin hareketini ayette "sürüklenme" olarak bildirmistir.
Nitekim bilim adamlarinin bugün bu hareket için kullandiklari Ingilizce terim de "Continental Drift" yani "Kitasal Sürüklenme"dir.
7 (National Geographic Society, Powers of Nature, Washington D.C., 1978, s.12-13)
Bilimin çok yeni kesfettigi bu bilimsel gerçegin, Kuran'da bildirilmis olmasi kuskusuz Kuran'in mucizelerinden biridir.
Kuran'nin mucizevi yönlerinden biri de, gelecekte gerçeklesecek olan bazi olaylari önceden haber vermis olmasidir.
Örnegin, Fetih Suresi'nin 27. ayetinde, müsriklerin isgali altinda bulunan Mekke'yi
fethedecekleri müminlere önceden söyle müjdelenmekteydi:
"Andolsun Allah, elçisinin gördügü rüyanin hak oldugunu dogruladi. Eger Allah dilerse, mutlaka siz Mescid-i Haram'a güven içinde,
saçlarinizi tiras etmis, (kiminiz de) kisaltmis olarak (ve) korkusuzca gireceksiniz.
Fakat Allah, sizin bilmediginizi bildi, böylece bundan önce size yakin bir fetih (nasib) kildi." (Fetih Suresi, 27)
Dikkat edilirse ayette, Mekke'nin fethinden önce gerçeklesecek bir baska fetih de haber verilmektedir.
Gerçekten de ayette haber verildigi gibi müslümanlar önce, Yahudiler'in elinde bulunan Hayber Kalesi'ni fethetmisler,
daha sonra da Mekke'ye girmislerdir. Gelecekte gerçeklesecek olaylardan haber veriliyor olmasi Kuran'daki üstün hikmetlerden yalnizca bir tanesidir.
Bu, Kuran'nin sonu olmayan bir ilmin sahibi olan Allah'in sözü oldugunu kanitlayan bir delildir de.
O dönemde yasayan hiçbir insanin sahip olamayacagi bilgilerle birlikte gelecekten verilen haberlerden baska bir tanesi de Bizans'in yenilgisidir.
Ilerleyen sayfalarda detayli olarak incelenecek olan bu tarihi olaydaki en dikkat çekici nokta
Dünya'nin en alçak noktasinda Rumlar'in yenilgiye ugramis olmasidir.
Bu dikkat çekcidir, çünkü ayette özellikle "en alçak nokta" belirtilmektedir.
O dönemin teknolojisi ile böyle bir ölçümün yapilmasi ve Dünya'nin en alçak noktasinin belirlenmesi elbette ki mümkün degildir.
Bu, herseyden haberdar olan Allah'in insanlara haber vermesidir.
Kuran'in gelecek hakkinda verdigi haberlerden biri de Rum Suresi'nin hemen basindaki ayetlerde yer alir.
Bu ayetlerde Bizans Imparatorlugu'nun bir yenilgiye ugradigi, ama çok kisa bir zaman sonra tekrar galip gelecegi bildirilmistir:
"Elif, Lam, Mim. Rum (ordulari) yenilgiye ugradi. "Dünyanin en alçak yerinde".
Ama onlar, yenilgilerinden sonra yeneceklerdir. Üç ile dokuz yil içinde. Bundan önce de, sonra da emir
Allah'indir. Ve o gün müminler sevineceklerdir." (Rum Suresi, 1-4)
Bu ayetler, Hiristiyan olan Bizanslilar'in, putperest bir toplum olan Persler karsisinda çok agir bir yenilgiye ugramasindan
yaklasik 7 sene sonra, M.S. 620 civarinda indirilmisti.
Ve ayetlerde Bizans'in çok yakinda galip gelecegi haber veriliyordu.
Oysa o sirada Bizans o kadar büyük kayiplara ugramisti ki, degil tekrar galip gelmesi, ayakta kalmasi bile imkansiz görülüyordu.
Yalniz Persler degil Avarlar, Slavlar ve Lombardlar da Bizans devletine karsi büyük tehdit olusturmaktaydi.
Avarlar Istanbul önlerine kadar gelmislerdi.
Bizans Krali Heraklius, ordunun masraflarini karsilayabilmek için kiliselerdeki altin ve gümüs süs esyalarinin eritilip paraya çevrilmesini emretmisti.
Hatta bunlar da yetmeyince bronzdan heykeller bile para yapimi için eritilmeye baslanmisti.
Pek çok vali Kral Heraklius'a isyan etmis, Imparatorluk parçalanma noktasina gelmisti.
Önceden Bizans topragi olan Mezopotamya, Kilikya, Suriye, Filistin, Misir ve Ermenistan, putperest Persler'in isgali altina girmisti.
(Warren Treadgold, A History of the Byzantine State and Society, Stanford University Press, 1997, s. 287-299.)
Kisacasi, herkes Bizans'in yok olmasini bekliyordu. Ama tam bu dönemde, Rum Suresi'nin ilk ayetleri vahyedildi
ve Bizans'in dokuz yil geçmeden yeniden galip gelecegi haber verildi.
Bu galibiyet öylesine imkansiz gözüküyordu ki, Arap müsrikleri bu ayetleri alay konusu yapacak kadar ileri gittiler.
Kuran'da haber verilen bu zaferin, asla gerçeklesmeyecegini düsünüyorlardi.
Fakat Kuran'in tüm haberleri gibi bu da hiç kuskusuz gerçekti. Rum Suresi'nin ilk ayetlerinin indirilmesinden yaklasik 7 yil sonra,
M.S. 627 yilinin Aralik ayinda, Bizans ve Pers Imparatorluklari arasinda Ninova harabeleri yakininda büyük bir savas daha oldu.
Ve bu kez Bizans ordusu, Persler'i yenilgiye ugratti. Birkaç ay sonra da Persler isgal ettikleri yerleri Bizans'a geri veren bir anlasma imzalamak zorunda kaldilar.
(Warren Treadgold, A History of the Byzantine State and Society, Stanford University Press, 1997, s. 287-299).
Böylece Allah'in Kuran'da bildirdigi "Rum'un zaferi", mucizevi bir sekilde gerçek oldu.
Bu ayetlerde yer alan bir baska mucize de, o dönemde kimsenin tespit etmesinin mümkün olmadigi cografi bir gerçegin haber verilmesidir.
Rum Suresi'nin 3. ayetinde, Rumlar'in "Dünyanin en alçak yerinde" yenildikleri belirtilir.
Arapçasi "Edna el ard" olan bu ifade, bazi meallerde "yakin bir yer" olarak da tercüme edilir.
Ancak bu tercüme, orijinal ifadenin tam karsiligi degil, mecazi bir yorumudur.
"Edna" kelimesi Arapça'da "alçak" demek olan "deni" kelimesinden türemistir ve "en alçak" anlamina gelir.
"Ard" ise yeryüzü demektir. Dolayisiyla "Edna el ard" ifadesi de "Yeryüzünün en alçak yeri" manasina gelmektedir.
Ne ilginçtir ki, Bizans Imparatorlugu ile Persler arasindaki savas, yeryüzünün gerçekten en alçak noktasinda gerçeklesmistir.
Söz konusu savasin yeri, Suriye, Filistin ve simdiki Ürdün topraklarinin kesistigi bölgede yer alan Lut Gölü havzasidir.
Ve bilindigi gibi deniz seviyesinden 395 metre asagida olan Lut Gölü çevresi, yeryüzünün "en alçak" bölgesidir.
Yani Rumlar, tam ayette belirtildigi gibi, "yeryüzünün en alçak yeri"nde yenilmislerdir.
Burada dikkat edilmesi gereken nokta, Lut Gölü'nün rakiminin, yalnizca modern çagdaki ölçümlerle tespit edilmis olmasidir.
Daha önce hiç kimsenin Lut Gölü'nün Dünya'nin en alçak bölgesi oldugunu bilmesi mümkün degildir.
Ama bu bölge Kuran'da "Yeryüzünün en alçak yeri" olarak tanimlanmistir.
Bu, Kuran'in Ilahi bir söz oldugunun bir baska delilini olusturmaktadir.
Kuran'in simdiye dek inceledigimiz mucizevi özelliklerinin disinda bir de "matematiksel mucize"si vardir.
Bu mucizeye bir örnek, Kuran'daki bazi kelime tekrarlarinin verdigi ortak sayidir.
Birbiriyle ilgili bazi kelimeler sasirtici bir biçimde ayni sayida tekrarlanirlar.
Asagida, bu tür kelimeler ve Kuran içindeki tekrarlanis sayilari verilmistir.
"Yedi Gök" tabiri 7 kere geçer. "Göklerin yaratilisi (halku semavat)" ifadesi de 7 kere tekrarlanir.




YEDI GÖK GÖKLERIN YARATILISI

7 kere 7 kere
-"Gün (yevm)" tekil olarak 365 kere geçerken, çogul yani "günler (eyyam ve yevmeyn)" kelimeleri 30 defa tekrarlanir.
"Ay" kelimesinin tekrar sayisi ise 12'dir. AY GÜN GÜNLER yevm eyyam, yevmeyn 12 365 30
-"Hiyanet" kelimesi 16 kere geçerken, "habis" kelimesinin tekrar sayisi da 16'dir. HIYANET HABIS 16 kere 16 kere
-"Bitki" ve "agaç" kelimelerinin tekrar sayisi ayni: 26. BITKI AGAÇ 26 kere 26 kere
-"Ceza" kelimesi 117 kere yer alirken, Kuran'in temel prensiplerden olan "affetmek" ifadesi bu sayinin tam 2 kati kadar yani 234 kere tekrarlaniyor. CEZA AFFETMEK 117 kere 2x117= 234 kere
-"De" kelimelerini saydigimizda çikan sonuç 332. "Dediler" kelimesini saydigimizda da ayni rakami görüyoruz. DE DEDILER 332 kere 332 kere
-"Dünya" kelimesi ve "ahiret" kelimesinin tekrarlanis sayilari da ayni: 115. DÜNYA AHIRET 115 kere 115 kere
-"Seytan" kelimesi 88 kere geçiyor. "Melek" kelimesinin tekrar sayisi da 88. SEYTAN MELEK 88 kere 88 kere
-"Iman" (tamlama almadan) kelimesi Kuran boyunca 25 kere tekrarlanir, "küfür" kelimesi de... IMAN KÜFÜR 25 kere 25 kere
- "Zekat" kelimesi 32 kere tekrarlanirken, "bereket" kelimesinin tekrarlanis sayisi da 32. ZEKAT BEREKET 79 kere 79 kere
-"Rahmet" kelimesi 79, "hidayet" kelimesi de 79 kere tekrarlanir. RAHMET HIDAYET 79 kere 79 kere
-"Iyiler (ebrar)" 6 kere, "facirler" ise tam yarisi kadar yani 3 kere geçer. IYILER (ebrar) FACIRLER 6 kere 3 kere
- "Yaz-sicak" kelimeleri ile "Kis-soguk" kelimelerinin geçis sayilari da ayni: 5. YAZ-SICAK KIS-SOGUK 5 kere 5 kere
-"Sizi (insani) yaratti" ifadesi ve "kulluk" kelimesinin geçis sayilari da ayni: 16. SIZI YARATTI KULLUK 16 kere 16 kere
-"Sarap (himr)" ve "sarhosluk (sekere)" kelimeleri de ayni sayida tekrarlanir: 6. SARAP SARHOSLUK himr sekere 6 kere 6 kere
-"Zenginlik" 26 ve "fakirlik" ise yarisi kadar, 13 kere geçer. ZENGINLIK FAKIRLIK 26 kere 13 kere
-"Insan" 65 kere geçer; insanin yaratilis safhalarinin sayisinin toplami da aynidir:





INSAN TOPRAK NUTFE EMBRIYO BIR ÇIGNEMLIK ET KEMIK ET TOPLAM

Turabun nutfun alak meda'a uzamun lehmun 65 17 12 6 3 15 12 65 Arapçada sözcüklerin alfabede bir sayi degerleri
vardir. Yani her harf bir rakama tekabül eder. Bundan istifade edilerek çesitli islemler vücuda getirilir. Iste bu
isleme "ebced hesabi" ya da "Hisab-i Cümel" denir. Ebced alfabe düzeninin herbir harfinin bir rakama tekabül etmesi
özelliginden faydalanan müslümanlar, bunu çesitli sahalarda kullanmislardir. Cifr ilmi de bu yöntemlerden birisidir.
Cifr: "Istikbalde olacak islerden haber veren ilmin adidir." Buna göre sembolik sekiller ve harflerin ebced sayi karsiliklari üzerinde yapilan yorumlar, bu sahayla mesgul olanlarin basvurduklari yollardan biridir.
Ebced ile cifr arasinda en önemli fark: Ebced gerçeklesmis olanin, cifr ise gerçeklesmesi muhtemel olanin ilmidir.
Bu hesap yöntemi, çok eski tarihlere kadar uzanan ve daha henüz Kuran indirilmeden önce kullanimi çok yaygin olan bir yazim seklidir.
Arap tarihinde geçen tüm olaylar, harflere rakam degeri verilerek yazilir ve böylece her olayin tarihi de kayda geçilmis olurdu.
Bu tarihler, her kullanilan harfin özel rakam degerlerinin toplanmasiyla elde ediliyordu. Iste söz konusu bu ebced yöntemiyle, Kuran'da geçen bazi ayetler incelendiginde,
bu ayetlerin anlamlarina uygun olarak birtakim tarihlere denk geldigini görürüz.
Ve bu ayetlerde bahsedilen olaylarin, ebced hesaplariyla elde edilen tarihlerde gerçeklestigini gördügümüzde ise, söz konusu ayetlerde olaya iliskin gizli bir
isaret bulundugunu anlariz. (Dogrusunu en iyi Allah bilir) 1969 Yilinda Ay'a Çikilmasina Kuran'da Isaret Edilmektedir
"Saat (kiyamet vakti) yakinlasti ve ay yarildi." (Kamer Suresi, 1) "Sakka" kelimesi Arapça'da "ikiye yarilma, ayrilma" manasindan baska "çizilme, kabartma, topragi sürme, topragin kazilmasi" gibi manalarda da
kullanilmaktadir. "Biz süphesiz, suyu akittikça akittik. Sonra yeri yardikça yardik. Böylece onda taneler bitirdik.
Üzümler, yoncalar. Zeytinler, hurmalar. Boylari birbiriyle yarisan ve içiçe girmis agaçli bahçeler. Meyveler ve
otlakliklar." (Abese Suresi, 25 - 31) Görüldügü gibi bu ayette "sakka" kelimesi "ikiye yarilma, ayrilma" manasinda
degil, "Topragin yarilip, çesitli ekinlerin bitmesi" manasinda kullanilmistir. "sakka" kelimesi bu sekilde
degerlendirildiginde (Kamer Suresi, 1. ayetinde geçen) "Ay'in yarilmasi" anlami yaninda, ayni zamanda 1969 yilinda
Ay'a çikma olayinda Ay topragi üzerinde yapilan faaliyetler de anlasilir. (En dogrusunu Allah bilir) Nitekim bu konuda
çok önemli bir isaret daha vardir. Kamer Suresi'nde geçen bu ayetin bazi kelimelerinin ebcedi bizlere 1969 rakamini vermektedir. Insanin Yaratici'sini, yani Allah'i tanimasi, ancak O'nun bu konuda insana bir bilgi
ulastirmasiyla mümkün olabilir. Bu bilgiye ulasmak için-ki insan için olabilecek en önemli bilgi budur-etrafina bakan
insan, üç alternatif kitapla karsilasir. Insanlik tarihi boyunca sadece üç tane kitap "Allah'in Sözü" olarak
ortaya çikmis ve kabul edilmistir. Kuskusuz "Allah'in Sözü"nü insanlara aktaran pek çok insan (yani peygamber) yasamistir, ama onlarin getirdikleri mesaji içeren sadece üç kitap vardir elimizde:
Tevrat, Incil ve Kuran.
Simdi sirasiyla bu üç kitabi inceleyelim.




TEVRAT

Aslinda Tevrat ve Incil'i birbirinden kopuk iki ayri kitap olarak degil de, birbirlerinin devami olarak görmek daha dogru olur.
Çünkü Incil'i kabul eden Hiristiyanlarin tümüne yakini, ayni zamanda Tevrat'i da tabul etmektedirler.
Bu nedenle bu iki kitap Hiristiyanlar tarafindan tek bir kitap olarak kabul edilirler ve "Kitab-i Mukaddes" olarak adlandirilirlar.
Kitab-i Mukaddes iki temel bölümden olusur: Eski Ahit ve Yeni Ahit. Tevrat dedigimiz kitap, aslinda Eski Ahit'tir. Daha da dogrusu, Eski Ahit'in bir bölümüdür.
Eski Ahit 39 kitapçiktan olusur. Bunlarin ilk bes tanesinin Hz. Musa'ya vahyedilen Tevrat oldugu kabul edilir.
Diger kitapçiklarin önemli bir bölümü Israilogullari'nin Musa'dan sonraki tarihlerini anlatir.

Hz. Davud'a verilmis olan Zebur, "Mezmurlar" adiyla bu 39 kitaptan birini olusturur.
Bunlarin disinda Hz. Eyüp, Hz. Süleyman gibi peygamberlerin islerini anlatan kitaplar ve gelecekten haber veren "kehanet" kitaplari vardir.
Bu tablo da göstermektedir ki, Eski Ahit çok uzun bir tarihsel süreç içinde olusmus bir kitaptir.
Hz. Musa zamaninda vahyedildigi kabul edilen ilk bes kitaptan sonra neredeyse bin yil boyunca Eski Ahit'in yazimi devam etmistir.
Bu kitaplarin birer vahiy olduklarini kabul etmek ise, öncelikle içerek açisindan mümkün degildir. Zaten 39 kitabin neredeyse üçte biri tarih anlamidir, vahiy sayilmamaktadir.
Yahudiler tarafindan vahiy olarak kabul edilen kisim asil olarak Hz. Musa'ya verildigi kabul edilen ilk bes kitaptir (Tekvin, Çikis, Sayilar, Levililer, Tesniye).
Ancak bu kitaplarin elimizdeki nüshalari, Hz. Musa'dan en az bes yüzyil sonra kaleme alinmis nüshalardir. Bu uzun süreç boyunca metinlerde degisiklik ve tahrif yapildigi ise açikça görülmektedir.
Metinlerin içinde çok bariz çeliskiler vardir.
Konu ile ilgilenen arastirmacilar, bu bes kitabin, MÖ 9. yüzyilda kuzey ve güney olarak ikiye bölünen Israil Kralligi'ndan dogan iki ayri kralligin farklilasan dini inançlari ve din adamlari arasindaki
çatismaya sahne oldugu kanatindedirler. Bir baska deyisle, bu bes kitabin bazi bölümleri "Yahwistler" olarak adlandirilan güneyli din adamlari,
bazi bölümleri de "Elohimciler" olarak adlandirilan kuzeyli din adamlari tarafindan yazilmistir.
Besinci kitap olan Tesniye'de "Musa'nin ölümü ve gömülmesi"nin anlatilmasi, tahrifatin çok açik bir delilidir.
Çünkü bu anlatimin Hz. Musa'ya vahyedilmis oldugunu kabul etmek, elbette mantik disidir.




INCIL

Elimizde bulunan "Incil"in, yani Yehi Ahit'in durumu, Eski Ahit'ten bile daha vahimdir.
Çünkü Yeni Ahit'i olusturan 27 kitabin hiç biri, Hz. Isa'nin elinden çikmis, ya da ona vahyedilmis bir söz niteliginde degildir.
Incil denilen bu kitapçiklarin hepsi, bazi insanlarin Hz. Isa'nin hayat hikayesini anlatmak ya da onu tanitmak için yazdiklari kitap ya da mektuplardan ibarettir.
Incil'in hiç bir yerinde, dogrudan Allah'tan aktarilan bir söz yoktur. Yeni Ahit'in 27 kitabinin en önemlileri, kuskusuz "dört Incil" olarak da adlandirilan ilk dört kitaptir.
Bu kitaplar Hz. Isa'nin yasamini ve sözlerini aktarma iddiasindadirlar.
Matta, Markos, Luka ve Yuhanna adli kisiler tarafindan yazildiklari kabul edilir.
Kitaplarin aslinda kimler tarafindan yazildigi belli degildir. Hiristiyanlar Matta ve Yuhanna'nin Hz. Isa'nin havarileri, Markos ve Luka'nin da havarilerin yardimcilari olduklarina inanirlar.
Ancak arastirmacilarin ortak görüsü aksi yöndedir, özellikle "Yuhanna Incili" denen kitabin Hz. Isa'nin havarisi olan Yuhhanna tarafindan yazildigi kabul edilmez.
Abartili derecede usta bir Yunanca ile yazilmis olan, hatta Platon ve Aristo'dan esinlemeler içeren bu Incil'in, hiç Yunanca bilmeyen Filistinli bir balikçi olan Yuhanna tarafindan kaleme alinmis olmasi imkansizdir çünkü.
Aslinda dört Incil'in hepsi de Yunanca yazilmislardir ve bu durum onlarin Hz. Isa'ya vahyedilmis olan "asil Incil" olamayacaklarini gösterir.
Çünkü bir Yahudi olan ve Yahudilere teblig yapan Hz. Isa'nin Incili'nin de Ibranice ya da Yahudiler arasindaki konusma dili olan Aramice olmasi gerekmektedir.
Nitekim bazi Batili arastirmacilar Hz. Isa hayatta iken kaleme alinan ve onun sözlerinden olusan bu tür bir
"orjinal Incil" oldugunu kabul etmekte, Matta ve Luka'nin kendi Incillerini Yunanca kaleme alirlarken bu Ibranice metinden "alintilar" yaptiklarini söylemektedirler.
"Kayip Incil" (Lost Gospel) olarak anilan bu dokümanin özelligi ise, yine arastirmacilarin kabulüne göre, Hz. Isa'yi bugünkü Hiristiyanlarin inandigi gibi "Tanri'nin Oglu" olarak degil, bir Yahudi peygamberi olarak göstermesidir.
Bu dört Incil'in bir baska özelligi ise, Hz. Isa'dan onyillar sonra kaleme alinmis olmalaridir. Hz. Isa'nin MS 30 yili civarinda göge çekildigi kabul edilir.
En erken yazilmis olan Markos Incili 65-70 yillarinda, Matta ve Luka Incilleri 70-80 yillarinda, Yuhanna Incili ise 100 yili civarinda kaleme alinmistir.
Dört Incil'in bir diger özelligi de çogu konuda birbirleriyle çok açik bir biçimde çelismeleridir. Çeliskiler çok belirgindirler ve tevil edilemez düzeydedirler.
Hiristiyanlar bu durumu elden geldigince göz ardi etmekte, ya da "Incil yazarlarinin sahip olduklari farkli bakis açilarinin Hz. Isa'yi farkli yönlerden görmemizi sagladigini" söylemektedirler.
Ancak bu tevil zaten Incil'in çürütülmesi anlamina gelir; "Incil yazarlarinin sahip olduklari farkli bakis açilari" isin içine karistigina göre,
ortada Allah'in sözleri yoktur, insanlarin sözleri vardir. Yeni Ahit'in bu dört Incil disinda kalan bölümleri ise yine Isa'yi tanitmak için yazilmis mektuplardir.
Çogu, yasaminda hiç Hz. Isa'yi görmemis, ancak onun yeryüzünden ayrilisindan bir süre sonra "Hz. Isa bana çölde gözüktü" diyerek ortaya çikmis ve Hz. Isa'nin gerçek havarileri
ile siddetli tartismalara giriserek kendisini "Isa'nin en dogru havarisi" saymis olan Pavlus (St. Paul) tarafindan kaleme alinmislardir.
Bu arada Yeni Ahit'e sokulmamis olan pek çok alternatif "Incil"in ya da mektubun oldugunu da belirtmek gerekir.

Kisaca "Apokrifa" olarak tanimlanan bu alternatif yazilar, Kilise'nin doktrinlerine uygun olmadiklari için Yeni Ahit'e eklenmemislerdir.
Yeni Ahit'in bugünkü seklini almasi ise, 4. yüzyilin basinda Roma Imparatoru Konstantin'in çagrisiyla toplanan Iznik Konseyi'nin kararlari ile olmustur.
Iznik Konseyi'nde kararlastirilan bir baska Hiristiyan inanci ise Hz. Isa'nin "Tanri" sifatina sahip sayilmasidir.
Karar oy çoklugu ile alinmis, konsey sirasinda bunu reddeden ve Hz. Isa'nin normal bir insan oldugunu savunan rahipler ise "sapkin" ilan edilerek baski altina alinmislardir.





KURAN

Tevrat ve Incil'in üstte özetledigimiz durumlarini bilen bir kisi, Kuran'a baktiginda çok farkli bir tablo ile karsilasir.
Kuran, ne Eski Ahit'in tarih kitaplarindaki gibi bir tarih anlatimi, ne de Yeni Ahit'in "Incil" ya da mektuplarindaki gibi bir "peygamber biyografisi" içerir.
Insan yazimi oldugu izlenimi verebilecek tek bir satiri dahi yoktur, tüm Kuran tek bir bütündür ve bu bütünün hepsinin Allah'in sözü oldugu açikça hissedilmektedir.
Kuran Eski Ahit gibi bin yila yakin bir süreçte yazilmamistir.
Ya da Inciller gibi kendisini getiren peygamberin ölümünden 40-50 yil sonra kaleme alinmamistir.
Elde bulunan en eski Kuran nüshasi-Musa'dan 500 yil sonraya ait en eski Tevrat nüshasinin ya da Isa'dan üç yüzyil sonraya ait en eski Incil nüshasinin aksine-peygamberimizin vefatindan
çok kisa bir süre sonra yazilmis olan Hz. Osman'in mushafidir. Kuran'in ilk vahyedildigi günden bu yana tek harfi bile degismeden bize ulasmis olmasi, tarihsel verilerle ispatlanan açik bir gerçektir.
Kuran'i Yeni Ahit'ten ayiran önemli bir özellik, onun peygamberimizi övmek için yazilmis bir "mersiye" olmayisidir.
Yeni Ahit sadece Hz. Isa'ya yapilmis bir övgüdür, dahasi onu ilahlastiran ifadelerle doludur.
Oysa tüm Kuran'da sürekli övülen ve yüceltilen tek bir varlik vardir; Allah. Kitabin indirilisinin amaci da insanlari O'nun yoluna davet etmektir.
Peygamberimizi öven ayetlerin sayisi çok sinirlidir, hatta onu yeren ve hatalarini açiga vuran açik ifadeler vardir. Baska peygamberlerden,
örnegin Hz. Musa'dan söz eden ayetlerin sayisi Hz. Muhammed'den söz eden ayetlerden fazladir. Kuran'in bir baska özelligi, Tevrat'a ve Incil'in aksine,
içinde hiç bir çeliski ve uyumsuzluk barindirmamasidir. Bu özellik o kadar kesindir ki, Kuran
,"onlar hâlâ Kur'an'i iyice düsünmüyorlar mi? Eger o, Allah'tan baskasinin katindan olsaydi, kuskusuz içinde birçok aykiriliklar (çeliskiler, ihtilaflar) bulacaklardi" (Nisa, 82)
diyerek bu konuda açikça meydan okur. Hiç bir kimse tarafindan cevaplanamamis olan bir baska meydan okuma söyledir:
Eger kulumuza indirdigimiz (Kur'an)'den süphedeyseniz, bu durumda, siz de bunun benzeri bir sûre getirin. Ve eger dogru sözlüyseniz, Allah'tan baska sahitlerinizi (kendilerine güvendiginiz yardimcilarinizi) çagirin.
Ama yapamazsaniz -ki kesin olarak yapamayacaksiniz- bu durumda kafirler için hazirlanmis ve yakiti insanlar ile taslar olan atesten sakinin. (Bakara, 23-24)
Kuran'in bir baska özelligi astronomi, biyoloji gibi konulardan verdigi bilgilerin, o dönemin yetersiz bilim anlayisindan ve batil inanislarindan tümüyle farkli olusudur.
Ayetlerde tarif edilen ya da haber verilen bilimsel gerçekler, 20. yüzyil bilimi tarafindan ulasilan bulgulara büyük bir paralellik göstermektedir. Kuran'in edebi yönü de son derece üstündür.
Kuran indigi dönemde yasan ve bütün sanatlari birbirleri ile yarisarak güzel söz üretmek olan Arap sairleri,
Kuran'in karsisinda dize gelmisler ve bu kitabin edebi harikaligini kabul etmislerdir.

Bunun yanisira, Kuran'da çok ilginç bir matematiksel sifre sistemi vardir.
(Bu matematiksel sifre iddia edildigi gibi 19 sayisi degildir bunu burada belirtmekte fayda vardir .19 Mucizesi mucize degil büyük bir yanilgi yada yaniltmadan ileri gitmemektedir.Kuranin icinde halen cözülmemis nice sifreler nice gercekler vardir.
Insanoglu asirlar icinde tek tek bunlari cözecektir nasilki simdiki bilgiler
asirlar öncekilere sakliysa simdidilik te bizlere saklidir asirlar sonra ortaya cikacak ve Kuran gecerliligini kiyamete kadar tekrar tekrar isbatlayacaktir)

ALLAH'IN SÖZÜ Burada çok kisa bir biçimde özetledigimiz tüm bu gerçekler, Kuran'in bir insan sözü olamayacagini ispatlayan delillerdir.
Kuran, Allah'in Resulu Hz. Muhammed'e indirdigi vahiydir ve indigi günden itibaren hiç degismeden bize ulasmistir.
Diger iki Ilahi kitap, yani Tevrat ve Incil ise tahrif olunmus, degistirilmis, "insan sözü" ile karismislardir.
Kuran'in inmesindeki temel nedenlerden biri de zaten bu tahrifattir. Bir ayette söyle denir:
Biz Kitab'i ancak, hakkinda ihtilafa düstükleri seyi onlara (öncekilere) açiklaman ve inanan bir kavme rahmet ve hidayet olmasi disinda (baska bir amaçla) indirmedik. (Nahl, 64)
Dolayisiyla insanoglunun kendisini yaratmis olan Allah'in Sözü'nü bilmesinin, O'nu tanimasinin yegane güvenli yolu da Kuran'a teslim olmasidir.
Allah, "gerçek su ki, biz Tevrati, içinde bir hidayet ve nur olarak indirdik, teslim olmus peygamberler, yahudilere onunla hükmederlerdi" (Maide, 44)
ifadesiyle bu Ilahi kitabin da bir rehber oldugunu haber verir. Ancak bu rehberlik Kuran öncesi dönem için geçerlidir.
Çünkü Yahudi ruhbahlari tarih içinde Tevrat'i bozmuslardir.
Kuran'in "onlardan bir bölümü, Allah'in sözünü isitiyor, (iyice algilayip) akil erdirdikten sonra, bile bile degistiriyorlardi" diyerek bu gerçegi haber verir. (Bakara, 75)
Bu yüzden, insanoglunun kurtulusunun yegane anahtari Kuran'dir. Bir ayet Kuran'i söyle tanitir:
Ey insanlar, Rabbinizden size bir ögüt, sinelerde olana bir sifa ve mü'minler için bir hidayet ve rahmet geldi. (Yunus, 57)