Kadere imanımızı tazelemeliyiz

İslâm Dini’nin esaslarından biri “Kadere İnanmak”tır. Kaderin inanılması zarurî iman esaslarından biri olduğunu Peygamberimiz şöyle açıklamaktadır:
“İman; Allah’a, O’nun meleklerine, kitablarına, peygamberlerine ve Ahiret Günü’ne inanmandır. Bir de kadere; onun hayrına ve şerrine iman etmendir.” (1)
Kadere iman bilgisi öğrenilmesi farz olan bilgilerdendir.
Kadere ve ona bağlı olarak kaza nedir?
Kader ve kazayı bütün varlıklarla ilgili yönü ile insanın iradeli işleri ile alakalı yönüne açıklık getirerek açıklamaya çalışacağız.
Kader, evrendeki tüm varlıkları içine alan bir programdır.
Varlığını Zâtı’ndan alan ve yüce sıfatlarla vasıflı bir Rab olan Allah, varlıkların Hâlık’ıdır. Gezegenlerden insanlara, hayvanlara ve bitkilere kadar her bir varlığı bir ölçü içinde yaratan Yüce Allah, Kur’an-ı Kerim’de kader ile ilgili âyetlerde şöyle buyurur:
[“..O’nun katında her bir varlık, miktar iledir.”
“Hiçbir varlık yoktur ki onun hazineleri Bizim katımızda olmasın. Ama Biz onu bilinen bir miktar ile indiririz.”
“...Allah her şeyi yaratmış, yarattığına da bir düzen takdir etmiştir.”
“Biz her şeyi bir kadere (bir plana ve bir düzene) göre yarattık.”] (2)
Kader kelimesinin isim, mastar ve fiil olarak kullanıldığı bu âyetlerin özü şudur:
Allah, bütün varlıkları bir düzen içinde yarattı. Hayatiyetlerini sürdürecek genel ve özel nitelikte tabiî, ruhî ve sosyal kanunlar koydu. Sebep netice nizamını vazetti ve sürekli kıldı.
Yüce Allah, varlıkları bir düzen içinde yaratır ve onlarla ilgili tabiî, ruhî ve sosyal kanunları koyar, sebep-netice ilişkilerini vaz eder de yarattığı varlıklarda vücuda gelecekleri zamanları, yerleri, sebepleri ve oluş şekilleri ile bilmez mi? Bu bilgi O’nun katında bir program arz etmez mi?
Bütün klasik akâid kitaplarındaki kader ve kazanın tarifi yukarıdaki suallerin cevabı vasfındadır ve şöyledir:
Kader; Allah’ın ezelden ebede (başlangıçsızlıktan sonsuzluğa) kadar var olmuş ve olacak bütün varlıkların vâki olmuş ve olacak bütün olayların zamanlarını ve mekânlarını bilmesi, dilemesi ve bir düzen içinde sınırlandırmasıdır...
Kaza da Allah’ın, kader programı içindekileri kader planına göre yaratmasıdır:
Kaderi yukarıdaki âyetler ışığında yorumlarsak pek tabii ki; genel olarak tohum-bitkiye, sperma-döllenmeye, ilaç-şifaya ve öldürücü darbe ölüme kaderdir ve kadere iman bir yönüyle ilmin üzerinde kurulduğu sebep-netice ilişkilerine ve bu ilişkilerin sürekliliğine inanmadır.
Nitekim Peygamberimiz;
- Ya Resulallah! Dualarla şifa talebinde bulunmamız, ilaçla tedavi olmamız ve koruyucu tedbirlerle korunmamız. Allah’ın bizim hakkımızdaki kaderini engeller mi? şeklinde sorulan bir soruyu, açıklamamıza kaynak olacak bir tarzda;
- Bunlar da Allah’ın kaderindendir, buyurarak cevaplandırmıştır. (3)
Kaderin açıklamaya çalıştığımız varlıklarla ilgili düzeni ve bu düzenin sürekliliğini ifade eden yönünü, aslında bütün insanlar kabul etmektedir.
Bütün ilmî çalışmalar da, bu inanç ve kabul prensibine dayanmaktadır.
Hâşâ Allah (c.c.) yoksa ve yukarıda açıklamaya çalıştığımız şekilde O’nun evrendeki varlıklar üzerinde cereyan eden kaderi ve kazası yoksa, varlığına ve sürekliliğine inandığımız bu tabii kanunlar nasıl vücuda gelebilir ve geleceği de nasıl kuşatabilir?
Akıllara durgunluk veren bu ihtişamlı evren düzenini kader ve kazanın dışında bir yolla açıklamak mümkün müdür?
Kaderin bütün varlıkların yaratılış ve düzeni ile ilgili olan değindiğimiz yönü, aklın zarurî olarak kavrayacağı yönüdür.
Kader ve kazanın anlaşılması güç ve üzerinde tartışılması yasak olan yönü ise, insanın hayatı ve sorumluluğu ile alakalı yönüdür.
Evet, kader ve kaza programı içinde yaşadığına göre insan niçin sorumlu olacaktır?
Muhterem mü’minler!
İnsanla ilgili kader programının önemli bir bölümünü teşkil eden erkeklik-dişilik, zekâ-hamakât, güzellik ve çirkinlik irademizin rolü olmaksızın yaratılmıştır. Ancak Hak ve bâtıl sözlerimiz, iyi ve kötü davranışlarımız, doğru ve eğri işlerimiz, irademizin yön vermesiyle yaratılmıştır. İrade hürriyeti ile yöneldiğimiz sebep, neticeye kader olduğu için sorumluyuz.
Yukarıda Ehl-i Sünnet çizgisinde yaptığımız açıklamalardan sonra da konu irdelenerek sorulabilir:
Allah, sonuç olarak, kâfir veya isyankâr olacağını ve Cehennem’e gireceğini bildiği insanı niçin sorumlu tutacaktır?
Bu sualî, “Allah bildiği için kul kâfir veya isyankâr olmaz. Kul kâfir ve isyankâr olacağı için Allah bu durumu ezelî ve ebedî olarak bilgisi ile bilmekte ve kader programı içine almaktadır” şeklinde cevaplandırabiliriz. Ancak aklı ve ruhu tatmin edebilecek tek cevap şudur:
“Allah, dilediğini yapan hikmetli bir Rab’dır. Niçin sorumlu tutacağını yalnız O bilir.”
Mü’minler!
İnsan sadece seçilen bu sual, cevap örneğinde değil, “niçin böyledir, neden şöyledir” şeklindeki sebep araştıran bütün suallerin cevabında çıkmazdadır ve çare Yaradan’a teslim olmaktır.
Kaderin Peygamberler tarafından bile bilinmeyecek bu yönü üzerinde durulmaması içindir ki Peygamberimiz kaderle ilgili tartışmaları yasaklamıştır.
[Ebû Hureyre (ra) anlatıyor:
Biz (sahabîler) kader konusunda karşılıklı olarak ileri-geri çelişkili ve çatışmalı bir şekilde konuşurken, Allah’ın Resulü aramıza katıldı.
(Durumu öğrenince) öfkelendi. Yanak yumrularında nar meyvesi ortaya çıkmışcasına yüzü kıpkırmızı kesildi.
(Böylesine öfke içinde iken de bizi) şöylece yerdi:
- Siz bu konuda tartışmakla mı emrolundunuz? Ben bu konuyu (açıklığa kavuşturmak) için mi size gönderildim.
Sizden önceki topluluklar(dan bazıları) kader konusundaki tartışmaları sebebi ile helâke uğradı.
Ben size bu konuda çekişmemeniz için sıkı sıkı emir verdim. Evet size emir verdim. (Anlamıyor musunuz?)”
“(İyice biliniz ki;) Kader mevzuunda ileri geri konuşan kişi Kıyamet Günü’nde sorguya çekilecektir..”] (4)
Mü’minler!
a- Tabiat kanunlarının değişmeksizin devamı,
b- Kur’an-ı Kerim’de ve Peygamberimiz’in hadislerinde vuku bulacakları bildirilen olayların vaki olması,
c- Bazı insanların gördüğü rüyaların aynen gerçekleşmesi,
d- Bilinen sebeplerine yapışılmasına rağmen bazen beklenen neticelerin bir türlü alınamaması ve daha niceleri, kaderin varlığına delildir.
Ancak biz kadere Kur’an ve Sünnet bildirdiği için inanırız.
Evet, bizler kader dairesi içerisindeyiz. Ne var ki kaderin geleceğimizle ilgili bölümünü yalnız kader senaryosunu yazan Allah bilmektedir.
Vazifemiz, Rabbimizin ve Peygamberimizin emirleri ve yasakları doğrultusunda irademizi yönlendirmeye çalışmaktır. Biz vazifemizi yaparız. Karşılaştığımız üzücü sonuçları Kader-i İlâhî ile yorumlar; günahlarımıza keffaret veya derecemizin yükselmesine vesile olacağı inancıyla kabul eder, sabrederiz. Sevindirici sonuçları da İlâhî kaderle açıklar, mütevazı olur Allah’a hamdederiz. Yaşadığımız dönem kadere imanımızı tazelememiz gereken dönemdir.
Hutbemizi bir hadisle bitiriyorum:
“Kişi (şu) dört esasa inanmadıkça mü’min olamaz.
Allah’dan başka ibadet olunacak hiçbir ilah bulumadığına, benim Allah’ın Hak düsturlarla gönderilen peygamberi olduğuma şehadet etmedikçe, ölüme ve ölümden sonra dirilişe inanmadıkça ve (bir de) kader iman etmedikçe...
(Evet bu dört esası kabul etmedikçe kişi mü’min olamaz.)” (5)
————————
1- Müslim, K.İman, B.Beyanil-İmani... Hn. 5
2- Ra’d 8, Hicr 21, Furkan 2, Kamer 49
3- S. Tirmizi Hn. 2066
4- S. Timizi Hn. 2134. Mace Hn. 84
5- Tac 1/39



VAKIT Gazetesi
Ali Riza Demircan