NAMAZ
ORUÇ KURBAN
NAMAZ
Abdest
1. Saç boyası, kına, ruj, oje, jöle gibi makyaj malzemeleri abdest
ve gusle mani midir?.
2. Abdest uzuvlarında yara veya hastalık bulunması halinde nasıl
abdest alınır?.
3. Özürlünün abdesti ve özrü sebebiyle elbisesine bulaşan necasetin
hükmü.
4. Tuvalette abdest alınabilir mi?.
5. Sargı Üzerine Mesh.
6. Çorap Üzerine Mesh.
7. Varis Çorabına Mesh.
8. Abdestin tam olup olmadığı konusunda vesvese.
Namaz Vakitleri
1. Namazların beş vakit oluşu.
2. Namazların Cem’i (Birleştirilerek Kılınması)
3. Namazların Kazası
4. Kaza namazı borcu olan, nafile kılabilir mi?.
5. Bir namaz hem kaza hem sünnet niyeti ile kılınabilir mi?.
6. Sünnet namazlar kaza edilir mi?.
Namazın Farzları
1. Namazın Şartları
2. Namazın Rükünleri
İmâ İle Namaz.
Oturarak Namaz.
Türkçe Namaz.
Teravih Namazı
Oruç Tutamayanların Teravih Namazı Kılması
Namaz Sonrası Tesbihat
Erkeklerle Kadınların Saflardaki Durumu.
Vakitlerin Teşekkül Etmediği Yerlerde Namaz.
İşyerinde Namaz.
Cuma Namazı Kaç Rekattır?.
Cuma Saatinde Alışveriş Yapılabilir mi?.
ORUÇ
Oruç Kimlere Farzdır?.
Oruç Tutmamayı Mübah Kılan Haller?.
Fidye.
Orucun Sıhhatinin Şartları?.
Niyet
İmsak.
Ay Halinde Oruç.
Alkollü İken Namaz ve Oruç.
Orucu Bozan Şeyler Nelerdir?.
Kaza ve Keffareti Gerektiren Durumlar
Keffareti Düşüren Şeyler
Sadece Kazayı Gerektiren Şeyler.
Orucu Bozmayan Şeyler.
Oruçlu olduğunu unutarak; yemek ve içmek.
Oruçlu İken İğne yaptırmak.
Oruçlu İken Yıkanmak.
Oruçlu İken İhtilam Olmak veya Cünüp Olarak Sabahlamak.
Astım Hastalığında Ağza Püskürtülen Sprey.
Parfüm ve Kolonya Orucu Bozar mı?.
Diş Tedâvisi
Sakız Çiğnemek.
KURBAN
Kurban ne demektir?.
Kurbanın anlamı ve dinî hükmü nedir?.
Kurban kesmek yerine sadaka vermekle bu ibadet yerine getirilmiş
olur mu?.
Kimler kurban keser?.
Yolcunun kurban kesmesi gerekir mi?.
Kurban ne zaman kesilir?
Kurban olarak kesilebilecek hayvanlar hangileridir? Bunlarda aranan
şartlar nelerdir?.
Kurbanlık hayvanlardan hangileri ortak olarak kesilebilir?.
Kurban keserken nelere dikkat edilmelidir?.
Kurbanlıkların bayıltılarak kesilmesi
Kurban eti nasıl değerlendirilir?.
Adak kurbanının etinden kimler yiyebilir?.
Vekalet yoluyla kurban kesilebilir mi?.
Kuyruksuz koyunlar kurban edilebilir mi?.
Hac kurbanları Türkiye’de kestirilebilir mi?.
Akika Kurbanı nedir?.
Ölü kurbanı var mıdır?.
NAMAZ
Abdest
1. Saç boyası, kına, ruj, oje, jöle gibi makyaj
malzemeleri abdest ve gusle mani midir?
Abdest alırken, yıkanması gereken
uzuvlardan birinde kuru yer kalırsa, abdest sahih olmaz. Gusülde ise
vücutta, suyun ulaşabildiği her yerinin yıkanması gerekir.
Bu itibarla, abdest veya gusül alacak kimsenin,
yıkanması gereken uzuvlarında, suyun altına ulaşmasına engel olacak
bir tabaka bulunmamalıdır. Oje gibi vücut üzerinde tabaka oluşturup
da suyun bedene ulaşmasına mani olanlar abdest ve gusle manidir.
Abdest veya gusülden önce bunların çıkarılması gerekir. Buna
karşılık, tabaka oluşturmayan saç boyası, kına gibi makyaj
malzemeleri abdest ve gusle mani değildir.
2. Abdest uzuvlarında yara veya hastalık
bulunması halinde nasıl abdest alınır?
Abdest uzuvlarından birinde yara veya hastalık
bulunan kişi, bu organın yıkanması zarar verecekse, yıkamayıp ıslak
elle mesheder. Mesh edilmesinin de zarar vermesi durumunda, bu da
yapılmaz. Bu rahatsızlık abdest veya gusül uzuvlarından çoğunluğunda
ise, abdest veya gusül yerine teyemmüm edilmelidir.
3. Özürlünün abdesti ve özrü sebebiyle
elbisesine bulaşan necasetin hükmü.
Dinmeyen burun kanaması, yaradan kan sızması,
idrar tutamama, devamlı kusma, hayız ve nifas dışındaki kadınların
akıntısı gibi bedenî rahatsızlıklar, en az bir namaz vakti süresince
devam etmesi halinde özür olarak kabul edilmiştir. Böyle olan
kimseye de mazûr denir.
İslâm dini kolaylık dinidir; kişiye gücünün
üstünde yük yüklemez. Bu nedenle özürlü sayılan kişilerin
ibadetlerini yerine getirebilmeleri için onlara kolaylıklar
getirmiştir. Özürlüler, her vakit için abdest alır ve mazeret
teşkil eden rahatsızlığından başka abdest bozan bir hal meydana
gelmedikçe bu abdestle o vakit içerisinde dilediği gibi namaz kılar,
Kur’an-ı Kerim okur ve diğer ibadetlerini yaparlar. Namaz vaktinin
çıkmasıyla veya başka abdest bozan bir halin meydana gelmesiyle
özürlü kimsenin abdesti bozulur.
Özür, bir namaz vakti boyunca hiç meydana
gelmezse, özür ortadan kalkmış olur ve o kimse özür sahibi olmaktan
çıkar.
Özürlü kimseden akan kan, irin, idrar gibi
şeylerin çamaşıra bulaşması halinde, bundan kaçınılması mümkün değil
ve temizlendiğinde tekrar bulaşacaksa yıkamadan namaz kılınabilir.
Fakat tekrar bulaşmayacaksa, yıkanması gerekir.
4. Tuvalette abdest alınabilir mi?
Tuvalette abdest alınmasında bir sakınca
yoktur. Ancak böyle yerlerde besmele, zikir ve duaların içten
söylenmesi uygun olur.
5. Sargı Üzerine Mesh
Vücudun herhangi bir yerinde kırık, çıkık veya
yaradan dolayı sargı bulunduğunda, abdest alırken veya guslederken
bu sargı çözülerek altı yıkanır ve yaranın üstü meshedilir. Ancak
sargının çözülmesinin zararlı olması halinde çözülmeyip üzerine
meshedilebilir. Sargının çoğunluğunun sadece bir defa meshedilmesi
yeterlidir. Yapılan bu mesh, o uzvun hükmen yıkanması sayılır. Hatta
meshetmenin de zararlı olması halinde, bundan da vazgeçilebilir.
Sargının abdestsiz veya cünüp iken sarılmış olması meshe engel
olmadığı gibi belirli bir süresi de yoktur; yara veya kırık
iyileşinceye kadar devam eder.
Sargıya meshettikten sonra bu sargı
değiştirilirse veya sargı düşerse, mesh bozulmaz; iade edilmesi de
gerekmez. Ancak, yaranın iyileşip sargının çıkarılması halinde, mesh
bozulur. Yara iyileştiği halde, sargı olsa bile mesih bozulur. Bu
durumda, yaraya zarar vermeden sargı çözülerek altının yıkanması
gerekir.
6. Çorap Üzerine Mesh
Mestler üzerine meshin caiz olmasının şartları
arasında; mestlerin bağsız olarak ayakta durabilecek kadar katı
olması, içine su almaması ve normal yürüyüşle en az 12 bin adım
(yaklaşık 5 km.) veya daha fazla yürüyüşe dayanıklı olması yer
almaktadır. Bu şartları taşıyan çorapların üzerine meshetmek
caizdir. Bu nitelikleri taşımayan çorap üzerine meshedilmez.
Bunun yanında, mestler üzerine giyilen
çoraplar, ince olup, abdest alırken üzerine meshedildiğinde altına
ıslaklığı geçirirse, üzerine meshedilmesinde sakınca yoktur. Mest
üzerine giyilen çorap altına ıslaklığı geçirmediği takdirde üzerine
meshedilmesi caiz değildir.
7. Varis Çorabına Mesh
Tedavî maksadıyla giyilen ve çıkarılmasında
güçlük bulunan varis çorabı üzerine meshetmek caizdir.
8. Abdestin tam olup olmadığı konusunda vesvese
Vesvese, nefs ve şeytanın meydana getirdiği iç
karışıklığı, aslı olmayan ihtimaller, kuruntular demektir. Çok kere
abdest ve guslün tamam olup olmadığı şeklinde görülmekte, elde
olmayan kötü ve yanlış düşünceler şeklinde de olabilmektedir.
Vesvese sebebi ile, gusül ve abdestin
tekrarlanması gerekmez. Vesvese gelse bile abdest ve gusle devam
edilmelidir.
Kişi vesveseye itibar etmemeye çalışmalı, içe
doğan şüphe ve tereddüt hallerinin asılsız olduğunu kendine telkin
etmeli, ayrıca zaman zaman Felak ve Nas Surelerini okumalıdır.
Namaz Vakitleri
1. Namazların beş vakit oluşu
İslâm'ın beş temel esasından biri olan namaz,
günün belli zaman dilimleri içerisinde yerine getirilmesi gereken
bir farzdır. Vakit namazın şartlarından biri ve farz olmasının
sebebidir. Yüce Allâh Kur’an’da, “Şüphesiz namaz vakitli olarak
farz kılındı” (Nisa 4/104) buyurulmaktadır. Bu nedenle,
namazların vakitlerinden önce kılınması caiz olmadığı gibi,
vaktinden sonraya bırakılması da caiz değildir.
Kur’an-ı Kerim’de beş vakit namazdan söz
edilmediği ileri sürülerek, günde beş vakit namazın farz olmadığını
iddia edenler bulunmaktadır. Öncelikle, şunu belirtmek gerekir ki,
hadisler olmaksızın Kur’an’ın doğru anlaşılması mümkün değildir.
Kur’an’da namaz vakitlerinden açıkça bahsedilmediği gibi, nasıl
kılınacağı da bildirilmemiştir. Namazın nasıl kılınacağını ancak
hadislerden öğrenebiliriz. Aynı şekilde namazların vakitleri de Hz.
Peygamber tarafından gösterilmiştir:
Cebrâil (a.s) Hz. Peygamber’e gelerek namazı
bir defa ilk vakitlerinde, bir defa da son vakitlerinde kıldırarak
namazın vakitlerini göstermiştir (Müslim, Salât, 138). Hz. Peygamber
de ashabına bu vakitleri bildirilmiştir (Müslim, Mesacid ve
Mevâdiu’s-Salât, 138). Asr-ı saadetten günümüze kadar da namaz
vakitleri 5 olarak kabul edilmiş ve öylece kılınmıştır. Namaz
vakitlerinin bundan aşağı olduğunu söyleyen çıkmamıştır.
Diğer taraftan, namazla ilgili Kur’an ayetleri
bir bütün olarak ele alındığında, beş vakte işaret edildiği görülür.
“Namazlara ve orta namaza devam edin. Allah'a saygı ve bağlılık
içinde namaz kılın.” (Bakara 2/238) ayetinde namazlardan ve orta
namazından bahsedilmektedir. Namazlar çoğuldur, bu nedenle en az üç
vakit olması gerekir. Ayrıca bir de orta namazından bahsediliyor
dolayısıyla en az beş vakit olmalıdır. Belki orta namazının üç vakit
içerisine dahil olacağı ileri sürülebilir. Ancak namazla ilgili
diğer ayetlere de baktığımızda üç vakitten fazla namaza işaret
edildiği görülecektir; orta namazı olabilmesi için de dolayısıyla en
az beş vaktin olması gerekir. Şöyle ki, “Güneşin batıya
yönelmesinden, gecenin kararmasına kadar (belli vakitlerde) namaz
kıl; bir de sabah vaktinde namaz kıl. Çünkü sabah namazı
şahitlidir.” (İsra 17/78) ve “Haydi siz, akşama ulaştığınızda
(akşam ve yatsı vaktinde) sabaha kavuştuğunuzda, gündüzün
sonunda ve öğle vaktine eriştiğinizde Allah'
tesbih edin (namaz kılın). Göklerde ve yerde hamd O'na
mahsustur.” (Rum 30/17-18) ayetlerinde açık olarak dört vakitten
bahsedilmektedir.
2. Namazların Cem’i (Birleştirilerek Kılınması)
Belirli şartları taşıyan her Müslüman’a günde
beş vakit namaz farzdır. Her namaz kendi vakti içinde edâ edilmek
üzere farz kılınmıştır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de : “Namaz,
müminler üzerine belli vakitlerde edâ edilmek üzere farz
kılınmıştır” (Nisa Suresi, ayet 103) buyurulmaktadır. Bu itibarla
normal şartlar içinde her namazın vaktinde kılınması gerekir.
Hanefi mezhebine göre hac mevsiminde arefe günü
Arafat ve Müzdelife’nin dışında hiçbir yerde namazların
birleştirilerek kılınması caiz değildir.
Bununla birlikte, Hz. Peygamber’in sahih
hadisleri ve uygulamaları dikkate alındığında, yolculuk, hastalık,
doktorun ameliyatta bulunması gibi zorunluluk hallerinde öğle ile
ikindi, akşam ile yatsı namazları duruma göre takdim veya tehir
edilerek birlikte kılınabilir. Birleştirilerek kılındığında, iki
namaz arasındaki sünnet namazlar terk edilir; her bir farz için ayrı
kamet getirilir.
3. Namazların Kazası
Kur’an’da vaktinde kılınamayan namazların kaza
edilmesi ile ilgili olarak açık bir ifade bulunmamakla birlikte, Hz.
Peygamber bizzat kendisi vaktinde kılamadığı namazları kaza etmiş
ve ashabına da bunu tavsiye etmiştir: Peygamberimiz Hendek savaşı
sırasında harbin şiddetlenmesi nedeniyle ikindi namazını
kılamamışlar; bunun üzerine “Bizi ikinde namazından alıkoydular.
Allah onların evlerini ve kabirlerini ateşle doldursun” demiş
ve ikindi namazını akşam ile yatsı arasında kaza etmiştir
(Müslim, Mesacid ve Mevadi’u’s-Salat, N. 627). Ayrıca Hayber
Fethinden dönerken, bir yerde konakladıklarında gece uyuya kalmışlar
ve vaktinde kılamadıkları sabah namazını güneş doğduktan sonra kaza
etmişlerdir (Müslim, Mesacid ve
Mevadi’u’s-Salat, N. 680). Yine Peygamberimiz “Kim namazı
unutursa veya uyuyup kalırsa hatırlayınca onu kılsın”
buyurmuş ve “ekımi’s-salâte li zikrî”
(Taha, 20/14) âyetini delil getirmiştir.
(Buhârî, Mevâkîtü’s-Salati, No: 562;
Müslim, Mesacid ve Mevadi’u’s-Salat, N. 680-684)
Unutma ve uyuma gibi bir mazeret olmaksızın
terk edilen namazların kazası ile ilgili hadisin bulunmaması, bu
namazların kazasının olmadığını göstermez. Zira, Hz. Peygamberin
veya bir müminin prensipte bilerek farz namazları terk etmesi
düşünülemez. Ancak Hz. Peygamberin bir mazerete binaen vaktinde
kılınamayan namazları kaza etmesi ve bu yönde tavsiyede bulunması
mazeretsiz olarak terk edilen namazların kaza edilebileceğinin
göstergesidir.
4. Kaza namazı borcu olan, nafile kılabilir mi?
Üzerinde namaz borcu olan kimselerin, öncelikle
kaza namazı kılmaları gerekir. Bununla birlikte, imkanlar ölçüsünde,
vakit namazları ile birlikte kılınan sünnet namazlarını ve tervih
namazını da kılmaya çalışmalıdır.
5. Bir namaz hem kaza hem sünnet niyeti ile
kılınabilir mi?
Niyet namazın şartlarından biridir. Kişinin
hangi namazı kıldığını bilmesi gerekir; hangi vaktin namazını
kıldığını, farz, vacip veya nafile olduğunu, müstakil mi yoksa imama
uyarak mı kıldığını niyetinde belirlemesi gerekir. Bu itibarla iki
niyetle bir namaz kılınamaz.
6. Sünnet namazlar kaza edilir mi?
Kerahat vakti olmaması kaydıyla, bir sonraki
namazın vakti girmedikçe, beş vakit namazla birlikte kılınan sünnet
namazlar kaza edilebilir. Müteakip vakit girdikten sonra sünnet
namazlar kaza edilmez, yalnız farz namazlar kaza edilir.
Namazın Farzları
Namazın
dışındakiler ve içindekiler olmak üzere 12 farzı vardır. Bunlardan
herhangi birinin eksik olması halinde namaz sahih olmaz. Namazın
dışındaki farzlarına şartları, içindeki farzlarına da rükünleri
denir.
1. Namazın Şartları
Namazdan önce ve namaza hazırlık mahiyetindeki
farzlara, namazın şartları denir. Bunlar altı tanedir:
Hadesten Taharet: Namaz kılacak kişinin
abdestsiz olması halinde abdest alması, yıkanması gerekiyor ise,
gusletmesi, bunlara gücü yetmediğinde ise, teyemmüm etmesi gerekir.
Necasetten Taharet: Namaz kılanın
üzerinde ve namaz kılacağı yerde namaza mani pislik bulunmamalıdır.
Setr-i Avret: Namazda avret mahallinin
örtülmesi demektir. Namazda erkeklerin en az diz kapağı ile göbeği
arasını, kadınların ise, el, yüz ve ayağının dışındaki vücudunu
örtmesi gerekir.
İstikbal-i Kıble: Namazı Kabe’ye
yönelerek kılmak demektir. Kabe’yi görenlerin bizzat kendisine,
görmeyenlerin ise o cihete yönelerek namazlarını kılmaları gerekir.
Vakit: Namazı vakti girdikten sonra
kılmak gerekir.
Niyet: Namaz kılan kişinin, hangi namazı
kıldığını bilmesi gerekir.
2. Namazın Rükünleri
Namazın varlığı kendine bağlı olan ve namazın
mahiyetini oluşturan farzlarına namazın rükünleri denir. Bunlar altı
tanedir:
İftitah Tekbîri: Namaza “Allahu Ekber”
diye başlamak.
Kıyam: Namaz kılarken, gücü yeten
kimselerin ayakta durması.
Kıraat: Namaz kılarken, ayakta bir
miktar Kur’an-ı Kerim okumak.
Rükû: Namazda eller dizlere değecek
şekilde eğilmek.
Secde: Namazda, ayaklar, dizler, eller
ve alın ile burnun yere konulmasıdır.
Kade-i Ahire: Namazın sonunda teşehhüt
miktarı oturmaktır.
İmâ İle Namaz
İslâm dini kolaylık üzerine bina edilmiştir.
Ayrıca sorumluluklar ve kulluk da kulun gücüne göredir. Bu nedenle
hastalık, hafifletme, kolaylaştırma sebebi sayılmıştır. Buna göre,
ayakta namaz kılmaya gücü yetmeyen veya ayakta durmakta zorlanan
kimse oturarak namazını kılabilir. Rükû veya secde etmeye gücü
yetemeyen kimse ima ile namazı kılar. İmâ, namazda rükû ve secde
yerine başla işaret etmektir. Bu şekilde namaz kılan kişi rükû için
başı biraz eğer, secde için ise rükûdan biraz daha fazla eğer.
Secdede başını yere koyamayan kimsenin, bir şeyi başına kaldırarak
ona secde etmesi caiz değildir. Böyle kişi imâ ile namaz kılar.
Oturarak namaz kılamayan, sırt üstü yattığı yerde imâ eder. Bir kişi
ayakta durmaya gücü yettiği halde, rüku ve secdeye gücü yetmiyorsa,
ayakta veya oturarak imâ edebilir; ancak oturarak imâ etmesi daha
uygundur. Kaş veya göz ile ima ederek namaz kılınmaz. Başı ile ima
etmeye gücü yetmeyen kimsenin namaz kılması gerekmez.
Oturarak Namaz
Namazda ayakta durmaya gücü yetmeyen kişi veya
ayakta durması hastalığının artmasına veya uzamasına sebep olacak
bir rahatsızlığı bulunan kişi oturduğu yerde namazını kılar.
Oturarak namaz kılan kişi biraz eğilmek suretiyle rükuunu yaptıktan
sonra, alnını yere koymak suretiyle secdelerini yapar. Secdeye gücü
yetmeyen ise, ima ile namazını kılar.
Yere oturamayan kişi, ayakta veya bir
sandalyeye oturarak namazını kılabilir. Böyle namaz kılan kimse, hem
rükuu, hem de secdeyi ima ile yapması gerekir.
Türkçe Namaz
Duaların, zikirlerin Türkçe yapılmasında bir
sakınca yoktur. Aynı şekilde, Yüce Allâh’ın ne dediğini anlamak ve
hayatına tatbik etmek amacıyla, Kur’an-ı Kerim’in mealini okumak da
bir ibadettir. Ancak Kur’an meali ile namaz kılınması uygun
değildir. Kur’an’da, “(namazda) Kur’an’dan kolayınıza geleni
okuyun!” (Müzzemmil 73/20) buyurulmaktadır. Hz. Peygamber de, “Sizden
biriniz namaz kılmaya kalktığında, Allâh’ın kendisine emrettiği gibi
abdest alsın. Sonra tekbir getirsin; Kur’an’dan bildiği bir şey
varsa okusun. Eğer Kur’an’dan bir ezberi yoksa, Allâh’a hamdetsin ve
O’nu yüceltsin.” demiştir. Bu nedenle Kur’an’ın orijinalinden
okunması gerekir. Zira Kur’an mealleri Kur’an’ın kendisi değildir.
Meallerdeki farklılıklar da bunu göstermektedir.
Teravih Namazı
Sözlükte rahatlatmak, dinlendirmek anlamlarına
gelen tervîha kelimesinin çoğulu olan terâvih, dinî bir kavram
olarak, Ramazan ayında, yatsı namazı ile vitir namazı arasında
kılınan nafile namaza verilen isimdir. Namazın her dört rek’atinin
sonunda bir miktar oturulup dinlenmek müstehaptır; ki buna
tervîha denilmiştir. Daha sonra bu kelimenin çoğulu olan
terâvih, kılınan bu namaza isim olmuştur.
Terâvih namazı yirmi rek’at olup, erkek ve
kadınlar için sünnet-i müekkededir. Hz. Peygamber, “Kim inanarak
ve sevabını Allâh’tan bekleyerek Ramazan namazını (teravih) kılarsa,
onun geçmiş günahları bağışlanır” buyurmuşlardır (Buhârî,
Salâtü’t-Terâvih, 1; Müslim, Müsâfirîn, 174). Nafile
namazların tek başına kılınması daha faziletli olduğu halde, terâvih
namazının cemaatle kılınması sünnettir. Hz. Peygamber terâvih
namazını iki defa cemaatle ashaba kıldırmış, ancak daha sonra farz
olur düşüncesiyle cemaatle kıldırmaktan vazgeçmiştir (Buhârî,
Salâtü’t-Terâvih, 1; Müslim, Müsâfirîn, 177). Hz. Ömer halife
olunca, halkın dağınık bir şekilde teravih namazı kıldıklarını
görüp, tekrar cemaatle kılınmasının daha hoş olacağını düşünmüş ve
ashapla istişare ederek bu namazın yeniden cemaatle kılınmasını
başlatmıştır. Halkın bir vecd içinde bu namazı kıldıklarını görünce,
“ne güzel bir adet oldu” diyerek sevincini belirtmiştir (Muvatta,
84, H. No: 245). Hz. Ali de, “Ömer mescitlerimizi
teravihin feyziyle nurlandırdığı gibi, Allâh da Ömer’in kabrini öyle
nurlandırsın” duası ile memnuniyetini açığa vurmuştur.
O dönemden günümüze kadar, büyük bir iştiyakla
devam eden bu sevimli ibadet, toplumumuzda her kesimin ilgisini
çekmektedir. Terâvih namazı büyük bir huşu ve huzur içerisinden ifa
edilirken, birliği, dayanışmayı ve uzlaşmayı da beraberinde
getirmektedir. Ancak son yıllarda bu ibadetle ilgili özellikle
rekatları konusunda vatandaşlarımızın aklında istifhamlar
oluşturulmak istenmektedir.
Hz. Peygamber’in kıldırmış olduğu teravih
namazlarının kaç rekat olduğu konusunda bir rivayet bulunmamaktadır.
Bu konuda Hz. Ömer’in teravihi cemaatle kılınmasını başlatmasıyla
ilgili haberlerden ve Hz. Aişe’nin, Hz. Peygamber’in Ramazan
ayındaki gece namazlarıyla ilgili hadisinden hareketle bir sonuca
ulaşılmaya çalışılmaktadır. Bu konudaki haberler şöyle
değerlendirilebilir:
Hz. Aişe’den, Rasulullah’ın Ramazandaki gece
namazından sorulduğunda, Hz. Aişe, “Rasulullah ne Ramazanda, ne
de Ramazandan başka gecelerde on bir rekat üzerine ziyade etmiş
değildir.” karşılığını vermiştir (Muvatta,
88, H. No: 261). Başka bir rivayette bu sayı on üç olarak
zikredilmektedir (Muvatta, 88, H. No:
262; Müslim, I/508-510). Öncelikle bu hadisin teravih namazı
hakkında olduğu konusunda bir açıklık bulunmamaktadır. Diğer
taraftan Hz. Aişe’nin, Allâh’ın elçisinin Ramazan ayında ve Ramazan
dışındaki gecelerde on bir veya on üç rekat namaz kıldığını
belirtmesi, onun devamlı olarak kıldığı bir gece namazının
bulunduğunu göstermektedir. Zaten Kur’an-ı Kerim’de de, “Gecenin
bir kısmında uyanarak, sana mahsus bir nafile olmak üzere namaz kıl.
Umulur ki Rabbin, seni övgüye değer bir makama gönderir.”
Buyurulmaktadır (İsra 17/79).
Bundan da anlaşılmaktadır ki, bu soru, Ramazan ayında Hz.
Peygamber’in diğer ibadetlerinde olduğu gibi, gece namazlarında da
bir değişiklik, artış olup olmadığını öğrenmek amacıyla sorulmuştur;
terâvih namazı ile ilişkisi yoktur. Hz. Aişe’den rivayet edilen, “Rasulullah
(a.s) Ramazan ayında, diğer aylarda görülmeyen bir gayrete girerdi.
Ramazanın son on gününde ise çok daha şiddetli bir gayret
gösterirdi. Son on günde, geceyi ihya eder, ailesini de uyandırırdı,
izârını da bağlardı.” hadisi (Buharî,
Fadlu Leyleti'l-Kadir 5; Müslim, î'tikâf 8). bu görüşümüzü
desteklemektedir. Diğer yandan, bu hadisin terâvihin meşru
kılınmasından önce mi, yoksa sonra mı olduğu da belli değildir.
Hz. Ömer zamanındaki cemaatle kılınan teravih
namazlarının rekatları konusunda iki rivayet vardır: yirmi rekat, on
bir rekat (Muvatta,
85-86 (H. No: 248, 249, 250); İbn Ebî Şeybe, Musannef, II/163-164).
Hz. Ömer’in dönemiyle ilgili farklı rivayetler; ünlü hadis bilgini
Nevevî ve Buhârî şârihi Bedreddin Aynî tarafından, “Hz. Ömer’in on
bir rekat emri, döneminde ilk kılınan teravih gecelerine aitti.
Sonra teravih yirmi rekat olarak yerleşmişti. Şimdiye kadar devam
eden de budur.” şeklinde yorumlanmıştır
(İbn
Humam, Fethu’l-Kadir, I/334; Aynî, V/357; Neylü’l-Evtâr, III/61).
Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali dönemlerinden
başlayarak, günümüze kadar teravih namazı yirmi rekat olarak
kılınmıştır. Sahabeden kimse buna itiraz etmemiş ve alimler
tarafından da bu şekilde kabul edilmiştir. Günümüzde de, başta
ülkemiz olmak üzere pek çok İslâm ülkesinde teravih namazı cemaatle
20 rekat olarak kılınmaktadır. Allâh’ın rahmetinin taştığı, mağfiret
ayı Ramazan’da, kadını - erkeği, çocuğu - genci ve yaşlısıyla
halkımızın, tam bir kaynaşma, sevgi, saygı, huzur ve sükun
içerisinde camilerimizi doldurarak büyük bir vecd ve iştiyak ile ifa
ettiği bu ibadetin, tartışma konusu yapılarak toplumumuzda dine
karşı şüphe uyandırmak ve toplumumuzu sebepsiz yere bir fikir
kargaşasına sürüklemek iyi niyetli hiç kimseye bir şey kazandırmaz.
Bununla birlikte şunu da ifade etmek gerekir ki, teravih namazı
nafile bir ibadet olduğundan, farz gibi telakki edilmesi de doğru
değildir. Bu nedenle, yorgunluk, meşguliyet ve benzeri sebeplerle,
teravih namazının evde 8, 10, 12, 14, 16 veya 18 rekat kılınması
halinde de sünnet yerine getirilmiş olur. Ancak cemaate iştirak
etmeye çalışmak daha iyidir.
Terâvih namazını iki rek’atte bir selam vererek
ve dört rek’atin sonunda biraz dinlenerek kılınması müstehabdır. Bu
dinlenmelerde tehlîl (lâ ilâhe illallâh demek) ve salavât ile meşgul
olunması uygundur.
Terâvih namazını kıldıran imam, okuyuşu
uzatarak cemaati bıktırıp dağıtmamalı; çabuk kıldırarak namaza
noksanlık getirmemelidir. Teravih namazında da diğer namazlarda
olduğu gibi, kıraatin gereği gibi yapılmasına ve ta’dil-i erkana
riayet edilmesine özen gösterilmelidir.
Oruç Tutamayanların Teravih Namazı Kılması
Teravih namazı Ramazan ayının bir sünnetidir,
oruçla ilişkisi yoktur. Bu nedenle, oruç tutmayanlar da teravih
namazı kılabilirler.
Namaz Sonrası Tesbihat
Peygamber
Efendimiz, farz namazlardan sonraki tesbihatı tavsiye etmişlerdir.
Bu tesbihat, tek başına yapılabileceği gibi topluca da yapılabilir.
Erkeklerle Kadınların Saflardaki Durumu
İster Cuma, ister bayram, ister cenaze namazı
veya hangi namaz olursa olsun, kadınların erkeklerle birlikte
cemaatle namaz kılmaları halinde, erkeklerden ayrı uygun bir yerde
namaz kılmaları gerekir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.), namaz
saflarını önce erkekler, sonra erkek çocuklar en arkada da kadınlar
olmak üzere düzenlemiştir. Sünnete uygun olan, namazda safların bu
tertip üzere olmasıdır.
Vakitlerin Teşekkül Etmediği Yerlerde Namaz
Namaz vakitlerinin tamamının veya bir kaçının
teşekkül etmediği bölgelerde, namaz, oruç gibi vakte bağlı
ibadetler, vakitlerin normal teşekkül ettiği en yakın bölgenin
vakitlerine göre takdir edilmek suretiyle eda edilir.
İşyerinde Namaz
Müslüman bir işçinin, çalıştığı yerde namaz kılması için iş
disiplini ve düzeni açısından işverenin veya amirlerin iznini alması
uygun olur. Yine aynı şekilde işverenin veya işyerinde sorumluluk
alan kimsenin, namaz kılmak isteyen işçilerine, günlük dini görevi
olan namazlarını kılabilme imkanını sağlaması gerekir. İşçinin
mesaisini su-i istimal etmemesi kaydıyla işveren, bilhassa farz ve
vacip namazların kılınmasından işçisini men edemez. İşçinin de,
namazı bahane ederek, görevini suiistimal etmemesi gerekir.
Cuma Namazı Kaç Rekattır?
Cuma namazının farzı iki rekattır. Dördü önce ve dördü de sonra
olmak üzere toplam sekiz rekat sünneti vardır. Dileyenler zuhr-i
ahir ve vaktin sünneti diye bilinen namazları da kılabilirler. Bu
namazları kılmak isteyenleri engellemek de doğru değildir.
Cuma Saatinde Alışveriş Yapılabilir mi?
Cuma
namazı için ezan okunduktan sonra, namaz bitinceye kadar alışveriş
ve benzeri işlerle uğraşmak, Cuma namazı kılması farz olan kimseler
için caiz değildir. Nitekim Yüce Allâh Cuma suresinin 9. ayetinde,
”Ey İnananlar! Cuma günü namaz için ezan okunduğu zaman Allâh’ı
anmaya koşun; alım satımı bırakın; bilseniz bu sizin için daha
iyidir.” buyurmaktadır.
ORUÇ
Oruç Kimlere Farzdır?
Akıllı, ergenlik çağına ulaşmış, Müslüman’ın
ramazan orucunu tutması farzdır.
Oruç Tutmamayı Mübah Kılan Haller?
a) Yolculuk. Yolculuk, Ramazan ayında
orucu tutmamak için ruhsat olarak kabul edilmiştir. Yolculuk
esnasında tutulmayan oruçlar, daha sonra kaza edilir. Kur’an’da “Ey
inananlar! Oruç sizden öncekilere farz kılındığı gibi, Allâh’a karşı
gelmekten sakınasınız diye, size de sayılı günlerde farz kılındı.
İçinizden hasta olan veya yolculukta bulunan, tutamadığı günler
sayısınca diğer günlerde tutar. Oruca dayanamayanlar, bir düşkünü
doyuracak kadar fidye verir. Kim gönülden iyilik yaparsa, o iyilik
kendisinedir. Eğer bilirseniz, oruç tutmanız sizin için daha iyidir.”
buyurulmaktadır (Bakara 2/183-184).
Geceden oruca niyetlenip de, gündüz
yolculuğa çıkan kimse, dilerse bu orucunu bozar, dilerse tamamlar.
Ancak, ayette de belirtildiği gibi orucunu tamamlaması daha iyidir.
Hz. Peygamber, Mekke’nin fethi için sefere çıktığında oruçlu iken,
Kedîd denilen yere varınca orucunu bozmuştur (Buharî, Sıyam, No:
1808, Müslim, Sıyam, No: 1113). Bu da sefere çıkılınca başlanmış
orucun bozulabileceğinin delilidir.
b) Hastalık. Oruç tuttuğu zaman,
hastalığının artmasından veya uzamasından endişe edilen kimse ile,
hastalığı sebebiyle orucu tutmakta zorlanan kişilerin Ramazan ayında
oruç tutmayıp, iyileştikten sonra bunları kaza etmelerine izin
verilmiştir. Biraz önce zikredilen ayet buna işaret etmiştir. Tıbben
oruç tutması halinde hasta olacağı bildirilen kimse de hasta
hükmündedir.
c) Gebelik ve Çocuk Emzirme. Gebe olan
kadınların, oruç tuttukları takdirde kendilerine veya çocuklarına
bir zarar gelmesinden korkulması halinde oruçlarını tutmayabilirler.
Emzikli kadınlar da, sütlerinin kesilmesi ve çocuklarının zarar
görmesi tehlikesi bulunması halinde oruçlarını tutmayabilirler. Hz.
Peygamber hadislerinde buna müsaade etmişlerdir
(Nesâî, Sıyam, 50-51, 62; İbn Mace,
Sıyam,3).
d) Yaşlılık. Oruç tutamayacak kadar
yaşlı olan kimseler de, oruç tutmayıp yerine fidye verebilirler.
Bakara suresinin 184. ayetinde, bu şekilde olup da oruca güç
yetiremeyenlerin, orucu tutmayıp fidye vermeleri gerektiği hükme
bağlanmıştır. İyileşme umudu olmayan hastalar da aynı hükme tabidir.
e) İleri derecede açlık, susuzluk.
Oruçlu bir kimse, açlıktan veya susuzluktan dolayı beden ve ruh
sağlığının ciddi derecede bozulması tehlikesi ile karşılaşması
halinde orucunu bozup daha sonra kaza edebilir. Böyle bir kimsenin
orucuna devam etmesi ölümüne sebep olacak nitelikte ise, orucunu
açmaması haram olur.
f) Zor ve meşakkatli işlerde çalışmak.
Esas itibariyle bir insanın ibadetlerini normal bir şekilde
yapmasını engelleyecek zor ve ağır işlerde çalışması veya
çalıştırılması doğru değildir. Ancak kişisel veya toplumsal
zorunluluklar, bazılarının böyle işlerde çalışmalarını
gerektirmektedir. Böyle bir durumda bulunan kişi, oruç tuttuğu
takdirde sağlığına bir zarar gelmesinden korkuluyorsa, oruçlarını
tutmaya bilirler. Bunlar, izin günlerinde tutamadıkları oruçları
kaza etmelidirler. Yıllık izninin bulunmaması ve haftalık izninin de
yeterli olmaması gibi mazeretlerle buna da imkanı yok ise, fidye
vermelidirler.
Fidye
Oruç tutamayacak kadar yaşlı olan kimseler ve
iyileşme umudu bulunmayan hastalar, oruç tutmayıp, her gün için bir
fidye verir. Fidye ise, bir fakiri, bir gün doyurmaktır. Bu da,
sadaka-i fıtır miktarıdır.
Orucun Sıhhatinin Şartları?
Orucun sahih olmasının şartları niyet, imsak
vaktinden akşama kadar orucu bozan şeylerden kaçınmaktır. Ayrıca
kadınların ay hali ve loğusa halinde bulunmaması gerekir.
Niyet
Oruç için niyetin vakti, akşam namazının vakti
girmesiyle birlikte başlar.
Ramazan, günü belirlenmiş adak ve nafile
oruçlarda niyet, öğle namazına 1 saat kalana kadar devam eder.
Bunların dışındaki, keffaret, kaza, günü belirlenmemiş adak
oruçlarında ise imsak vaktine kadar niyet edilmesi gerekir.
İmsak
İmsak vaktinden, iftar vaktine kadar, ibadet
niyetiyle, yemeden, içmeden, cinsî münasebetten ve diğer orucu bozan
şeylerden uzak durmak, el çekmek demektir. İmsakın zıttı iftardır.
İmsak vaktinin başlangıcı, tan yerinin ağarmasıyla başlar. Bu vakit,
takvimlerde imsak vakti olarak gösterilmektedir.
Ay Halinde Oruç
Kadınların ay hallerinde oruç
tutmaları geçerli değildir.
Alkollü İken Namaz ve Oruç
Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, alkollü
içkiler ve uyuşturucu maddeler dinen haram kılınmıştır, bu nedenle
bir Müslüman’ın alkollü içki içmesi ve uyuşturucu kullanması
düşünülemez. Ancak bu haramı işleyen kişi, bunun haramlığını inkar
etmediği müddetçe Müslüman’dır; bu nedenle ibadetleri yerine getirme
mükellefiyetinden kurtulamaz. Zira her emir ve yasak müstakil bir
borçtur.
Bununla birlikte ibadet bir idrak ve şuur
işidir. Bunun içindir ki, bütün ibadetlerde Müslüman ve buluğ çağına
ulaşmanın yanında akıllı olmak şart koşulmuştur. İbadetlerin makbul
olması için, ibadet niyetiyle ve ihlasla yapılması gerekir. Bu
nedenle namaz kılacak, oruç tutacak kimsenin ne dediğini, ne
yaptığını bilecek kadar ayık olması, aklının başında olması gerekir.
Yüce Allâh Nisa suresinin 43. ayetinde, “Ey iman edenler!
Sarhoşken, ne dediğinizi bilene kadar namaza yaklaşmayın.”
buyurmuştur. Bu itibarla, alkol alan kişi, ne dediğini bilecek kadar
sarhoş değilse namazlarını kılması gerekir. Aynı şekilde imsak
vaktinde ne dediğini bilecek kadar ayık olan kişi orucunu tutması
gerekir. Sarhoş olduğu için bu ibadetleri yerine getiremeyen,
işlemiş olduğu bu haramdan dolayı tövbe etmesi ve daha sonra da kaza
etmesi gerekir.
Orucu Bozan Şeyler Nelerdir?
Oruçlu iken, yemek,
içmek ve cinsi münasebette bulunmak orucu bozar. Orucu bozan
şeylerin bazısı hem kaza, hem de keffareti gerektirir. Bazı
şeylerden dolayı ise, sadece kaza gerekir.
Kaza ve Keffareti Gerektiren Durumlar
Ramazan ayında oruca niyet edildikten sonra,
bir mazeret olmaksızın, kasten yemek, içmek ve cinsî münasebette
bulunmak, oruç keffareti gerektirir. Ayrıca bozulan orucun kaza
edilmesi de gerekir.
Oruç keffareti 60 gün (iki kamerî ay) peş peşe
oruç tutmaktır. Buna gücü yetmeyen, 60 fakiri bir gün ya da bir
fakiri 60 gün doyurur.
Adet veya loğusalık halinde bulunan kadınlar,
bu günlerinde keffaret oruçlarına ara verirler. Bu durumlarından
çıktıktan sonra ara vermeden keffaret orucuna devam ederek 60 günü
tamamlarlar.
Keffareti Düşüren Şeyler
Keffareti gerektiren bir şeyi yaparak orucunu
bozan kimse, aynı gün oruç tutamayacak derecede hastalanır veya
kadın adet görür yahut loğusa olursa keffaret düşer. Ancak
hastalığın kendi isteği dışında olması şarttır. Kendisi kasten
hastalığa sebep olursa keffaret düşmediği gibi sefer mesafesinde bir
yolculuğa çıkması ile de düşmez.
Sadece Kazayı Gerektiren Şeyler.
Yolculuk, hastalık gibi meşru bir mazerete
dayalı olarak orucun bozulması halinde, sadece bozulan orucun kaza
edilmesi gerekir. Ayrıca, kasıt olmaksızın yemek-içmek, beslenme
amacı ve anlamı taşımayan, yenilip içilmesi mutat olmayan veya insan
tabiatının meyletmediği şeylerin yenilip içilmesi orucu bozup,
sadece kazasını gerektirir.
Ramazanda oruca niyet etmeden yiyip içen kimse,
tutmadığı oruçları, gününe gün kaza eder. Ancak mazeretsiz olarak
Ramazan orucunu tutmamak büyük günahtır.
Sadece kazayı gerektiren durumlar şöyle
sıralanabilir:
1. Pamuk, kağıt, zeytin çekirdeği, bir defada
çok miktarda tuz yemek gibi yenmesi mutad olmayan bir şeyi yutmak,
yemek.
2. Burnuna ilaç çekmek.
3. Ağzına aldığı boyalı iplik gibi şeylerin
boyası ile rengi değişen tükürüğü yutmak.
4. Boğazına kaçan kar veya yağmuru kendi isteği
olmayarak yutmak. (Kendi isteği ile yutarsa keffaret gerekir.)
5. Zorlama ile oruç bozmak.
6. Dişleri arasında nohut tanesi kadar kalan
yemek kırıntısını yutmak.
7. Abdest esnasında ağzına ve burnuna su
alırken kendi elinde olmayarak boğazına su kaçmak.
8. Unutarak yeyip içtikten sonra orucunun
bozulduğunu zannederek yeyip içmek.
9. Kendi isteği ile ağız dolusu kusmak.
10. Ağız dolusu gelen veya kendi isteğiyle
getirdiği kusuntuyu mideye geri çevirmek.
11. Kendi isteği ile içine veya genzine duman
çekmek. Kendi isteği ile olmazsa oruç bozulmaz.
12. Güneş batmadığı halde-battı
zannederek-iftar etmek.
13. İmsak vakti geçtiği halde daha vakit vardır
zannederek yemek.
Orucu Bozmayan Şeyler.
Oruçlu olduğunu unutarak; yemek ve içmek.
Unutarak yemek, içmek orucu bozmaz. Peygamber
Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Bir kimse oruçlu olduğunu unutarak
yer, içerse orucunu tamamlasın, (sakın) bozmasın. Çünkü onu, Allah
yedirmiş, içirmiştir." Unutarak yiyen içen kişi, oruçlu olduğunu
hatırlarsa hemen ağzındakileri çıkarıp ağzını yıkar ve orucuna devam
eder. Oruçlu olduğunu hatırladıktan sonra boğazından aşağıya bir şey
geçerse orucu bozulur.
Bir kimse unutarak yiyen bir oruçluyu
gördüğünde eğer güçlü kuvvetli olup oruca dayanabilen bir kişi ise,
oruçlu olduğunu kendisine hatırlatır, zayıf ve güçsüz bir kişi ise
hatırlatmaz.
Oruçlu İken İğne yaptırmak.
Dinimiz, hasta olan ve tedavi sürecinde bulunan
kişilerin oruç tutmamalarına ruhsat vermektedir. Bu nedenle,
tedavisi devam eden kimseler, sağlıklarına kavuşup, tedavileri
tamamlanıncaya kadar oruçlarını erteleyebilirler. Bununla birlikte,
Ramazan ayında herkesle birlikte oruca devam etmeyi arzu ediyorlar
ise ve oruç tutmalarına başka bir engelleri de yoksa, iğnelerini
iftardan sonra yaptırmaları yerinde olur. Bu imkana sahip olmayanlar
ise, İmam Ebû Yusuf, Muhammed ve Malik’in görüşlerine uyarak, tedavi
ve aşı amaçlı iğne yaptırabilirler; oruçları bozulmaz. Ancak, oruçlu
iken gıda ve vitamin iğneleri yaptırılması uygun değildir.
Oruçlu İken Yıkanmak
Ağız veya burnundan su girip yutmadıkça, oruçlu
kimsenin yıkanması orucuna zarar vermez. Bu itibarla, ağız ve
burnundan su kaçırmamak şartıyla oruçlunun yıkanması caizdir.
Nitekim Hz. Aişe ve Ümmü Seleme validelerimiz, Hz. Peygamber’in
Ramazan’da imsaktan sonra yıkandıklarını haber vermişlerdir.
Oruçlu İken İhtilam Olmak veya Cünüp Olarak
Sabahlamak
Oruçlu iken rüyada ihtilam olmak orucu
bozmadığı gibi, gusletmeyi geciktirerek cünüp olarak sabahlamak da
oruca bir zarar vermez. Ancak, zorunlu bir durum olmadıkça, hemen
boy abdesti alınmalıdır. Hz. Aişe ve Ümmü Seleme validelerimiz, Hz.
Peygamber’in Ramazan’da imsaktan sonra yıkandıklarını haber
vermişlerdir.
Astım Hastalığında Ağza Püskürtülen Sprey
Astımlı hastanın kullanmak zorunda kaldığı
sprey orucu bozmaz. Ancak, sprey kullanma zorunda olan astımlı
hasta, Ramazan orucunu tutmayıp, tutamadığı günler sayısınca fidye
verebilir. İleride sağlığına kavuşursa, fidye vermiş olsa da,
tutamadığı orucunu kaza eder.
Parfüm ve Kolonya Orucu Bozar mı?
Parfüm veya kolonya sürünmek ve koklamak orucu
bozmaz.
Diş Tedâvisi
Oruçlu bir kimsenin morfinli veya morfinsiz
olarak diş çektirmesi, kanla karışan tükürüğün yutulmaması kaydıyla
orucu bozmaz. Aynı şekilde, kan veya başka bir şey yutulmaması
şartıyla diş tedavisi de yaptırılabilir.
Sakız Çiğnemek
Günümüzde üretilen sakızlarda, ağızda çözülen
katkı maddeleri bulunduğundan, ne kadar itina edilirse edilsin
bunların yutulmasından kaçınılması mümkün değildir. Bu sebeple bu
tür sakız çiğnemek orucu bozar. Ancak kenger sakızı gibi katkısı
bulunmayan ve çiğnendiğinde hiçbir eksilme olmayan, daha önce
çiğnenmiş ve tadı kalmamış sakızların çiğnenmesi orucu bozmamakla
birlikte, oruçlu iken böyle bir sakızı çiğnemek mekruhtur.
KURBAN
Kurban ne demektir?
Sözlükte yaklaşmak, Allâh’a yakınlaşmaya vesile
olan şey anlamlarına gelen kurbân, dinî bir terim
olarak, ibâdet maksadıyla, belirli şartları taşıyan hayvanı usulüne
uygun olarak kesmeyi ve bu amaçla kesilen hayvanı ifade eder. Kurban
Bayramında kesilen kurbana udhiye, hacda kesilen
kurbana ise hedy denir.
Kurbanın anlamı ve dinî hükmü nedir?
Kurban; Allah’a yaklaşmak ve O’nun rızasına
ermek niyetiyle kesilen hayvan demektir. Akıllı, hür, mukim ve dini
ölçülere göre zengin sayılan mümin, ilâhî rızayı kazanmak gayesiyle
kurbanını kesmekle hem Cenab-ı Hakka, hem de maddi durumlarının
yetersiz olması sebebiyle kurban kesemeyenlere yardımda bulunarak
halka yaklaşmaktadır.
Görüldüğü gibi bu bayramın ruhunda Hakka
yakınlık ve halka fedakarlıkta bulunma anlayışı vardır. Kurban; -fıkhi
hükmü ne olursa olsun- Müslüman toplumların belirli simgesi ve
şiarı sayılan ibadetlerden biri olarak asırlardan beri özellikle
milletimizin dini hayatında önemli bir yer tutmaktadır. Kurban, bir
Müslüman’ın bütün varlığını gerektiğinde Allah yolunda feda etmeye
hazır olduğunun bir nişanesidir. Diğer taraftan kurban, insanın
nefsani arzularını ve sufli duygularını boğazladığının da bir
işaretidir.
İlahî dinlerin sonuncusu olan İslam; ferdi,
ruhi-derûni hikmetlere ve insanî erdemlere ulaştırmayı öngörürken;
toplumlar için, birleştirici ve bütünleştirici bazı emir ve
uygulamaları da getirip müesseseleştirmiştir. İslam dininin bu üstün
özelliği, zekat, hac ve kurban gibi sosyal boyutlu malî ibadetlerde,
daha belirgin olarak ortaya çıkmaktadır. Bu ibadetler, asırlardan
beri bütün Müslüman toplumlarda, genel esasları ve özü hiç bir
değişikliğe ve müdahaleye uğramadan devam etmiş ve yeni nesillere
intikal ettirilmiştir.
Kurban kesmek yerine sadaka vermekle bu ibadet
yerine getirilmiş olur mu?
Kurban ibadeti, kurbanlık hayvanı kesmek
suretiyle yerine getirilir. Bunun için kurban bayramında kesilen
kurbanı veya adak kurbanını kesmek yerine, parasını fakirlere
vermekle bu ibadet yerine getirilmiş olmaz.
Mezheplerin çoğuna göre udhiyye kurbanının
hükmü sünnettir. Hanefi fıkhında tercih edilen görüş ise, kurbanın
vacip olduğudur. Ancak bir ibadetin farz olmayışı, onu ibadet
olmaktan çıkarmayacağı gibi, şeklinin de değiştirilmesini
gerektirmez. İbadetlerin; şekil, şart ve rükünleri olduğu gibi
hikmetleri, amaçları ve teşri gerekçeleri de vardır. İbadetlerdeki
bu özelliklerin birbirinden ayrı düşünülmesi mümkün değildir.
Din, felsefi bir doktrin değildir. Dini
hükümlerle ilgili olarak ortaya çıkan yeni meselelerde, teşri amaç
ve şartlarına aykırı olmayacak şekilde yeni düzenlemeler
getirilmesi, her ne kadar caiz ise de; ibadetlerin eda edilişini ve
sahih olma şartlarını ortadan kaldırarak indi, keyfi ve nefsani
istekler doğrultusunda değişiklikler yapılamaz. İslam Dini’ndeki,
hatta diğer ilahi ve semavi dinlerdeki kurban ibadetini, ilkel
dinlerdeki anlayışlarla ve uygulamalarla karıştırmak büyük bir
yanlışlıktır.
Kurban ibadetinin dini delillerinin Kur’an-ı
Kerim’de bulunmadığını iddia etmek ve Allah’ın bu çeşit bir
buyruğunun olmadığını ileri sürmek de doğru değildir. Zira Saffat
Suresinde (Ayet: 107); Hz.İbrahim’in oğlu Hz.İsmail’in yerine bir
kurbanın, Allah tarafından kendilerine fidye (kurban) olarak
verildiği açıkça bildirilmektedir. Ayrıca diğer bazı ayetlerde de
kurban ibadeti ile ilgili nasslar mevcuttur:
“... Kendilerine rızık olarak verdiği
kurbanlık hayvanlar üzerine belirli günlerde Allah’ın adını
ansınlar. Işte bunlardan yiyin, sıkıntı içindeki fakiri de doyurun.”(Hacc
Süresi, 28)
“Her ümmet için, Allah’ın kendilerine
rızık olarak verdiği kurbanlık hayvanların üzerine O’nun adını
anarak kurban kesmeyi meşru kıldık.” (Hacc Suresi; 34)
“Biz büyükbaş hayvanları da sizin için
Allah’ın (dininin) işaretlerinden (kurban) kıldık. Sizin için
onlarda hayır vardır. Onlar ayakları üzerine sıralanmış halde
dururken üzerlerine Allah’ın ismini anınız (ve kurban ediniz).
Yanları yere yaslandığı zaman da onlardan yiyin, isteyen yoksulu da
istemeyen yoksulu da doyurun. İşte biz, şükredesiniz diye o
hayvanları sizin emrinize verdik.” (Hacc Süresi, 36)
“Bu hayvanların ne etleri ve ne de
kanları Allah’a ulaşacaktır: Allah’a ulaşacak olan ancak, sizin
O’nun için yaptığınız, gösterişten uzak amel ve ibadettir.” (Hacc
Suresi; 37)
Bu ayetlerde zikredilen hayvan kesiminin, et
ihtiyacı temini için kesilen hayvanlar olmadığı, bunların ibadet
amaçlı birer uygulama oldukları gayet açıktır. Et ve kanların
Allah’a ulaşamayacağının, asıl olanın ihlas ve takva olduğunun
bizzat ayetin nazmında yer alması bunu ispat etmektedir. Allah’ın,
kurbanın etine ihtiyacı olmadığına göre, hayvanın kesilmesi yerine
nakdi tutarının ihtiyaç sahiplerine dağıtılmasının daha uygun
olacağı görüşünü bu ifadelerden çıkarmak doğru değildir.
Fıkhi hükmü ister vacip, ister sünnet olsun;
kurban ibadetinin ancak kurban olacak hayvanın usulüne uygun olarak
kesilerek yerine getirileceği kesindir. Bedelini infak etmek
suretiyle, kurban ibadeti yerine getirilmiş olmaz.
Allâh Teâlâ’nın rızasını kazanmak niyetiyle,
karşılıksız olarak fakir ve muhtaçlara yardım etmek, iyilik ve
ihsanda bulunmak da Müslüman’ın önemli vazifelerinden biridir. Zaruret derecesinde ihtiyaç içerisinde bulunan kimseye
yardım etmek dinimizde farz kabul edilmiştir. Ancak, bu iki ibadetin
birbirinin alternatifi olarak sunulması doğru değildir.
Kimler kurban keser?
Kurban kesmek, akıllı, buluğ çağına ermiş,
dinen zengin sayılacak kadar mal varlığına sahip ve misafir olmayan
Müslüman’ın yükümlü olduğu bir ibadettir. Temel ihtiyaçlarından ve
borcundan başka 20 miskal (80.18 gr.) altın veya bunun değerinde
para veya eşyaya sahip olan kişi dinen zengindir; kurban kesmesi
gerekir. Hane halkı içinde, dinen zengin sayılan mükelleflerin
sayısı birden fazla ise, her birinin ayrı ayrı kurban kesmesi icap
eder. Kurban kesmekle mükellef olan şahsın, satın alacağı hayvanın
ücretini kredi kartıyla ödemesi, kurbanın sıhhatine engel teşkil
etmez.
Yolcunun kurban kesmesi gerekir mi?
Kurbanın vacip olmasının şartlarından biri de
mükim olmaktır. Dolayısıyla seferi olanların kurban kesmeleri vacip
değildir. Ancak, kesmek isterlerse kesebilirler. Sefer halinde iken
kurban kesenler; bayram günleri içinde memleketlerine dönseler dahi
yeniden kurban kesmeleri gerekmez. Sefer halinde iken kurban
kesmeyip de bayram günlerinde memleketlerine dönenler ise kurban
kesmelidirler.
Kurban ne zaman kesilir?
Kurban
bayramında kesilen kurbanların (Udhiye) kesim vakti, Zilhicce ayının
10. günü (Kurban Bayramının birinci günü) bayram namazından sonra
başlar 12. günü (bayramın üçüncü günü güneşin batımı ile sona erer.
Diğer
kurbanlarda ise herhangi bir vakit söz konusu değildir.
Kurban olarak kesilebilecek hayvanlar
hangileridir? Bunlarda aranan şartlar nelerdir?
Kurban; koyun, keçi, sığır, manda ve deveden
olur. Bunların dışındaki hayvanlar kurban olarak kesilemezler.
Kurban olabilmesi için, kurbanlık hayvanın süt dişlerini değiştirmiş
olması gerekir. Bu da, deve 5; sığır ve manda 2; koyun ve keçi 1
yaşını doldurunca gerçekleşir. Kurbanlık hayvan bu yaşını doldurduğu
halde dişini değiştirmemişse, yine de kurban edilebilir. Bunun
yanında, 6 ayını tamamlayan koyun, bir yaşını doldurmuş gibi
gösterişli olması halinde kurban edilebilir.
Kurban edilecek hayvanın, sağlıklı, düzgün,
azaları tamam ve besili olması, hem ibadet açısından, hem de sağlık
bakımından önem arz eder. Bu nedenle, kötürüm derecesinde hasta,
zayıf ve düşkün, bir veya iki gözü kör, boynuzları kırık, dili,
kuyruğu, kulakları ve memesi kesik, dişlerinin tamamı veya çoğu
dökük hayvanlardan kurban olmaz. Ancak, hayvanın doğuştan boynuzsuz
olması, şaşı, topal, biraz hasta, bir kulağı delik veya
yırtılmış olması, kurban edilmesine mani teşkil etmez.
Kurbanlık hayvanlardan hangileri ortak olarak
kesilebilir?
Koyun veya keçi bir kişi tarafından; sığır,
manda ve deve ise, yedi kişiye kadar ortak olarak kurban edilebilir.
Ortak olarak kurban edilebilen hayvanlar,tek veya çift sayıda ortak
tarafından kurban edilebilir.
Hissedarlardan her birinin kurbanlarını aynı
maksat için kesmiş olmaları gerekmez. Bir kısmı vacip veya nafile udhiyye için, diğer bir kısmı ise adak kurbanı olarak niyet
edebilirler. Ancak hepsinin kurbanlarını ibadet niyetiyle kesmeleri
gerekir. Böyle birkaç hisse olarak kesilen kurban etinin, ortaklar
arasında tartı ile ve eşit olarak paylaşılması gerekir.
Kurban keserken nelere dikkat edilmelidir?
Kurban edilecek hayvana acı çektirilmemeli ve
eziyet verilmemelidir. Hayvanlar ehil kişiler tarafından kesilmeli
ve kesim işlemi süratli bir şekilde yerine getirilmelidir. Ayrıca,
çevre temizliği ve ekolojik dengenin korunması için gerekli
tedbirler alınmalıdır. Kurban kesimi esnasında, psikolojik açıdan
etkilenmemesi için çocukların kesim mahallinden uzak tutulmalarına
dikkat edilmelidir. Aynı şekilde, hayvanların diğerinin kesimini
görecek şekilde yan yana bulundurulmamalarına özen
gösterilmelidir.
Kurbanlıkların bayıltılarak kesilmesi
Fazla eziyet vermemek (ölüm acısını azaltmak)
maksadıyla, kesim esnasında hayvanın elektrik şoku ile veya narkoz
vererek bayıltılması, bu hayvanın kurban olarak kesilmesine engel
ayıplarından sayılmaz. Çünkü kurbana engel ayıp, kesim esnasında
meydana gelen arızalar olmayıp, hayvanda önceden mevcut olan ve
emsaline göre hayvanın değerini noksanlaştıran kusurlardır. Kesim
esnasında meydana gelen kusurlar, kesim işlemine dahil bir ameliyye
olup, kurbana engel ayıp sayılmaz. Bu itibarla, canlı olarak (şok
etkisi ile ölmeden önce hemen) kesilmek kaydı ile kurbanlık hayvanın
elektrik şoku ile bayıltılarak kesilmesi caizdir. Hayvan henüz
kesilmeden, şok etkisiyle ölürse, kurban olmayacağı gibi, eti de
yenilmez.
Kurban eti nasıl değerlendirilir?
Kurban etinin hepsini yoksullara sadaka olarak
dağıtmak veya kurban kesenin kendisi veya ailesi için alıkoymak caiz
ise de, en uygun olanı, kurban etini üçe taksim edip, birini kurban
kesmeyen yoksullara, bir bölümünü akraba, tanıdık ve komşulara
vermek, birini de ailesi ile birlikte yemek üzere evde bırakmaktır.
Adak kurbanının etinden kimler yiyebilir?
Adak kurbanının etinden, adağı yapan kişinin
yemesi caiz olmadığı gibi; bu kişinin usûl ve fürûu (yani annesi,
babası, nineleri, dedeleri, çocukları, torunları) ve dinen zengin
sayılan kimseler de yiyemezler. Adak kurbanının etini bu sayılanlar
dışında kalan ve dinen fakir olan kimseler yiyebilirler.
Vekalet yoluyla kurban kesilebilir mi?
Kurbanı bizzat kişinin kendisi kesebileceği
gibi, vekalet yoluyla başkasına da kestirebilir. Zira kurban mal ile
yapılan bir ibadettir; mal ile yapılan ibadetlerde ise vekalet
caizdir.
Kurbanı kişi kendi bulunduğu yerde vekalet
vererek kestirebileceği gibi, başka bir yerdeki kişi veya kuruma da
vekalet vererek kestirebilir. Aynı şekilde vekalet, sözlü olarak
verilebileceği gibi, yazılı olarak, telefon, internet, faks ve
benzeri iletişim araçları ile de verilebilir.
Kuyruksuz koyunlar kurban edilebilir mi?
Küçük yaşta kuyruklarının fazla kısımları
boğulmak suretiyle düşürülen koyunların kurban edilmelerinde bir
sakınca yoktur.
Hac kurbanları Türkiye’de kestirilebilir mi?
İslâm’ın beş esasından biri olan hac ibadeti,
Müslümanların Mekke’de bulunan Kabe’yi ve çevresindeki kutsal
mekanları, bu ibadet için tahsis edilen belli zaman dilimi içinde,
usulüne uygun olarak ziyaret etmeleri ve yapılması gerekli diğer
görevleri yerine getirmeleridir.
Sadece hacca niyet edilip, umreye niyet
edilmeyen ifrat haccında kurban kesmek zorunlu değildir.
Temettu haccı (aynı hac
mevsiminde önce umre yapıp ihramdan çıktıktan sonra hac için tekrar
ihrama girilerek yapılan hac) ile kırân haccı (bir
niyetle hac ve umre için ihrama girilerek yapılan hac)’nda harem
bölgesinde (Kabe ve civarı) şükür kurbanı (hac kurbanı, hedy)
kesilmesi vaciptir (Bakara 2/196). Bu nedenle, hac kurbanının harem bölgesi dışında
kesilmesi caiz değildir. Bu konuda din bilginleri arasında herhangi
bir görüş ayrılığı bulunmamaktadır.
Kurban etleri, kurban organizasyonunun yürüten
İslam Kalkınma Bankası tarafından fakir ülkelere ulaştırılmaktadır.
Hacda bulunan kişilerin, hac kurbanı
(hedy) dışında,
Bayram münasebetiyle nafile olarak kurban kesmek istemeleri halinde,
bunu vekalet yoluyla Türkiye’de kestirmeleri daha uygun olur.
Akika Kurbanı nedir?
Yeni doğan çocuk için şükür amacıyla kesilen
kurbana, “akika” adı verilir. Akika kurbanı kesmek müstehaptır.
Bunda da, diğer kurbanlarda aranan şartlar aranır.
Ölü kurbanı var mıdır?
Ölü kurbanı
diye bir kurban çeşidi yoktur. Ancak, ölü adına veya sevabı ölüye
bağışlanmak üzere kurban kesilebilir.Vasiyeti yoksa, ölen kimseler için
mirasçılarının kurban kesmeleri gerekmez. Ancak bir kimse, sevabını
ölmüş bulunan anne veya babasına yahut diğer yakınlarına bağışlanmak
üzere, çeşitli hayır kurumlarına, fakir ve muhtaç kişilere bağışta
bulunabileceği gibi, kurban da kesebilir. Ölenin kendisi için kurban
kesilmesine dair vasiyeti yoksa, kesen kimse, bu kurban etini
fakirlere yedirebileceği gibi, kendisi ve zenginler de yiyebilir.
Vasiyet varsa, tamamen fakirlere yedirilmesi veya dağıtılması
gerekir.
Ölen kimsenin vasiyeti olmaksızın, sevabı onun
ruhuna bağışlanmak üzere kesilen kurbanın her hangi bir zamanda
kesilmesi caiz ise de, kurban bayramı günlerinde kesilmesi daha
faziletli ve daha sevaplıdır. Ölenin vasiyyeti gereğince kesilen
kurban ise, ancak kurban bayramı günlerinde kesilir.